Zaman
kavramından pek anlamam… Yine de “şimdi”yi zaman içinde yakalamanın ne kadar
zor olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Çünkü “şimdi” ye yüklenen anlam; bazen geleceğe duyulan kaygı, bazen de zihnimizin
geçmişten uyandırdığı anıları kapsayan tuzaklarla dolu bir kavram gibi geliyor
ve “şimdi” şu “an”da bir saniye duraksamadan, büyük bir hızla yanımızdan geçip
gidiyor… Buna mukabil, 24 kod adlı
sıkıştırılmış saat diliminin belirsizliklerle dolu evreninde; plan yapıyor, anı
yaşayamadığımız için hayıflanıyor, teee geçmişten getirdiklerimizle gelecek
inşa etmeye çabalıyor oluşumuza şaşırıyorum. Hatta bazen bu kavram karmaşasını,
“zaman her şeyin ilacıdır” ya da “zamana bırakalım” gibi cümlelere şuursuzca
beslediğimizi düşünüyorum. Fizik bile zaman
hakkında aklına takılan tüm soruları algılayamamışken, biz insanoğlu nasıl bu
kadar her şeyden emin yaşayabiliyoruz?
Mesela, bu kavramın şu an farkına varışımızı bir başlangıç kabul edersek, öncesini nasıl tanımlıyoruz? Ya da ironiye bakın ki cümle kurarken bile “şu an” dediğimiz başlangıcın hakikaten “ne zaman” olduğunu nasıl hesaplıyoruz?
Buraya kadar kafa karıştırdığımın farkındayım… Özetle “anı yaşama” kavramının soyutluğundan ve aslında “şimdi”nin sürekli kaybolan bir varlık olduğundan dem vuruyorum. Acaba yaşadığımız ana, içinde daha önce hiç bulunmadığımız bir gezegenin, çok kör bir noktasından bakıyor olabilir miyiz?
Açıklamama izin verin…
Bezen
kendimi zamanın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum… Sanki sürekli ileriye giden
bir yolun tam ortasında, geriye dönmem gerektiğini hatırlıyorum… İşin en ilginç
yanı da, geri dönemediğim gibi olduğum yerde kalıp, bir iki saniye düşünemiyorum…
Yani eksik bir şeyler olduğunu bildiğim halde, yeniden başlamam ya da yanıma
geçmişte bıraktığım bir “an”ı almam gerektiğini çok iyi bildiğim halde yürümeye
devam ediyorum… Hakkında hiçbir fikre
sahip olmadığım “zaman”a karşı gelemediğim gibi o “an”ı diğer tanımıyla “şimdi”yi
bir türlü yakalayamıyorum…
Neden sadece dönüp öteki tarafa doğru yürüyemiyor ya da sadece olduğum yerde kalamıyorum?
Bilmiyorum… Zaman yerine değişim kavramını kullanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum… Yürüyorum ve bir şeyler kiminin algısına göre çok hızlı, kiminin algısına göre de çok yavaş biçim değiştiriyor… Manzaram değişiyor, karşılaştığım insanlar değişiyor, ben değişiyorum…
Kant,
zamanın bilincin zorunlu bir deneyimi olduğunu, bu kategoriyi dünyanın üzerine
bizim yerleştirdiğimizi söylüyor ve sanırım ona katılıyorum. Zamanın varlığına inanmıyorum… Bir olguyu ona
teslim edip beklemek ya da yarama ilaç getirmesi için ondan yardım dilenmek
istemiyorum… Ben değişime inanıyorum, 24 kod adlı saat dilimini, iç
deneyimlerime bölüyorum. Geçmişin ya da
geleceğin duyularımı dövemediği bir gezegenden, zamanın olmadığı yerden,
paralel evrenimden tüm bunları görüyorum…
Belki de zaman haksızlık ediyorum… Geçmişim olacak bir geleceği sahiplenme sorumluluğundan kaçarak, “şimdi”yi inkar mı ediyorum?
Hülasası,
zaman üzerine biraz daha düşünmek için “şimdi” demlediğim kahveyi içerken, geri
dönemiyorsam ve durmaya da cesaret edemiyorsam, değişmenin vakti geldi diyorum…
Ya da sadece
en az Kant kadar anlaşılmaz ve
yalnız olduğum için yine saçmalıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder