Sayfalar

15 Ocak 2014 Çarşamba



“Acaba burada ne halt ediyorum?” dediğim günlerin sayısı giderek çoğalıyor. Hayır, öyle bir hayat yaşıyorum ki, sanırsın absürd bir kara mizah romanının, dünyada vücut bulmuş haliyim… Nasıl her şeyden elimi eteğimi çekesim var belli değil. İnsan kendine hedef koyduğu sınavı başarıyla sonuçlandırınca, yeni bir challenge istiyor. Lakin aradığı yeni hedefi bulamayınca da sona geldiğini hissediyor… Zaten en kötüsü de bu. Çünkü artık bir şeyler yapmak gerekiyor…

Şimdiden söyleyeyim, kendi girişimimi yaratmadan bu dünyaya "Hadi canım görüşürüz!" demeyeceğim. “Güzel hayaller bunlar!” dediğini duymadım sanma minnoş okur. Ancak sana yeni yıla girerken yazdığım yazının akabinde -tam 7 gün sonra- bir editör adayı olarak işe başladığımı hatırlatmak isterim… Hem beni tanıyanlar bilir, hayallerime ulaşamazsam da kendime teselli ödülü vermekte on numara, beş yıldız bir insanım. Hiçbir şey yapamasam, sağlıklı tatlı tariflerimi insanlarla paylaşabileceğim küçük bir yer açar, yine mutlu olurum…

Hayat zaten böyle yaşanmalı. Önce içinden bir rüzgâr eser, biraz kafan serinler, takılır peşine gidersin… Hay bin kunduz! Bir hikâye anlatacaktım ki, spot ışıklarını yine kendime çevirmeden yazamadım.

Gerorge Simenon? Bence hatırlamadınız… Durun anlatayım…

Belçikalı, yakışıklı yazarımız George Simenon, Fransızca yazdığı eserleriyle 1966'da MWA'nın en yüksek onuru olan Grand Master Award'la ödüllendirilmiş pek enteresan bir yazarımız. Enteresan dedim; çünkü sanırsın yarın kıyamet kopacak gibi adam, Eyfel Kulesi'nin içindeki restaurantta fabrika gibi çalışıyor. Dile kolay, 450 eser! Neyse bir gün pek toy bir gazeteci adayı kendisiyle röportaja geliyor ve söze şöyle başlıyor: "Bu kuleyi çok mu seviyorsunuz da, karga bokunu yemeden (tabi bu kısmı içinden söylüyor)  buraya geliyor, akşama kadar burada çalışıyorsunuz?"  Simenon bıyık altından gülüyor, bizim gazeteciyi tepeden tırnağa güzelce süzüyor ve diyor ki: “Yauuu be adam! Tam tersine Eyfel'den nefret ederim ben, bana sorarsanız tarihteki en boktan yapılardan biri. Fakat koskoca Paris'te bu lanet kulenin görünmediği tek yer burası da o yüzden burada çalışırım hep."

Sonra söze ben giriyorum ve diyorum ki: “ Eee be Simenon, ne tatlı söyledin, ne de güzel tercüman oldun duygularıma!”

Hülasası, bir şeyler yapmak istiyorsan mesafeyi iyi ayarlayacaksın, sevgili okur. Ne Eyfel ile ne de Eyfelsiz 
kalmayacaksın. Öyle çok da şikâyet etmeyeceksin. Bunlar hep tecrübe… Eyfel’de yazarsın, dünyada yaşarsın.

Aslında ben hiç yazmayacaktım. Yine içimde habis bir hüzün, yine içimde habis bir öfke be okur! Sizde azıcık insan halinden anlasanız keşke…


Dipnot: Sağlıklı tatlılarda yaparım kariyerde! J

2 yorum:

Hermes Flaneur dedi ki...

Bazende dışarıdan çok güzel görünen bir yerde yaşarız ve o yer bize çok boktan gelir.

Unknown dedi ki...

Çoğunlukla öyle olur... :)