Sayfalar

22 Ocak 2014 Çarşamba

VAZGEÇME



“Yazık bize” dediğim mevzuları çok da iplemiyorum artık. “Büyüyünce doktor olacağım” deyip de ileride Fakülte’nin kapısından bile geçememiş çocukların umursamazlığı var üzerimde. Ne gelse ekarte etmeye başladı beynim. Hayret verici; ama öyle! Ayıklama görevini başarıyla yerine getiriyor kendisi… Meselen; bir veri geliyor, işliyor, anlamlandır(m)ıyor, sonra da bilinçaltının kör kuyularına yolluyor. Acaba diyorum çok sevdiğim okur, görmezden gelmeye çok mu alıştım?

Ah be Paul Treville!

Ne diyordu Montjean senin için?

“Delikanlıda bir tür umutsuz melankoli var gibiydi… O yılandili bile pek saklayamıyordu bunu. Keskin bir zekâsı olan; ama enerjisini ve aklını bu körelmiş taşra kasabasında yöneltecek yer bulamayan insanın sorununa anlayış gösterebiliyordum.”

Ve diyordu ki delikanlımız…

Bana da acımakla vakit kaybetme Montjean. Ben hayatta kendi durumumu dikkatle saptadım. Ne fazla mutluluğa, ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var, ama iştahlarım yok. Gülüyorum, ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var, ama umutlarım yok. Esprilerim var, ama mizahım yok. Çok atağım, ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm, ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim.
Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden iyidir.
Her şeyde yapaylığı seçerim!

Sonra bende diyorum ki; bana acımakla vakit kaybetme sevgili okur. Zaten ben de artık kendime hiç mi hiç acımıyorum. Bakmayın öyle kimi mevzulara ceffel kalem daldığıma, aslında hiç iplemiyorum. Bundan birkaç hafta önceki Güzin olsa Paul Treville’ın her sözünde mantık hatası arardı. Şu an tek bir yanlış bile göremiyorum. Çünkü eminim ki, Treville’de her geçen gün kendisi dışında başka her şey olmaya zorlanmıştır… Bu çok acı verici, bir o kadar da özel bir durum.

Bazen insan keşke Katya gibi arkadaşlarım olsa diyor, varoluşunun farkında olmak ve acı ile kedere şükretmek için…

Neden mi öyle söyledim?

“Sen şanslısın. Herhangi bir şey olduğun için… Biz çoğumuz hep aynı kumaştan biçilme insanlarız. Çağdaş eğitilmiş Fransızlarız. Hepimiz birbirimize benziyoruz. Aynı kitaplardan bilgi almışız. Aynı korkular ve önyargılarla sınırlıyız. Birimizi çekip yerine öbürünü koyabilirsin, eşiz… Kendimizi benzersiz sanma konusunda bile eşiz. Ama sen... Gurur duymasan bile... Bir kökten geliyorsun. Değişik bir şeysin! Binyıllık geleneklerin, niteliklerin parçasısın” diyor Katya…

Yaa benim güzel okurum… Hiç uyarmıyorsunuz? Benim yazı, okunma hududunu çoktan aşmış…

Hülasası,

Bilinçaltı doymak nedir bilmez… Öyle çok dellenip, fazla fazla beslemeyin, şişirmeyin… Ben size her zaman ne derim?

“Keder, mutluluktan daha gerçek ve öğretici bir duygu…


Tamam hadi izin veriyorum! Arada benim gibi iplemeyin; ama ölçülü olun! Öyle tamamen vazgeçmeyin… Ben şimdi sizi biraz yalnız bırakayım… Belki biraz şükretmek istersiniz? 

Hiç yorum yok: