Sayfalar

22 Aralık 2013 Pazar

Kim demiş sen delisin?





“Mutlu olmak istiyorsan çok fazla kitap okumamalısın” ya da “Yaşadığın hayatın giderek seni vasatlaştırmasına izin vermelisin.” Pek çoğunuz için sadece öznesi ve yüklemi olan bu iki cümle, banim için ahmakça bir umut ve farkında bir ıstırap arasında gidip gelen iki kırılma noktasını ifade ediyor. Zevk sandığımız, bir anlıkta olsa bizi kendi kendimizle baş başa kalmaktan alıkoyan, sayısız vaatle dolu bu dünyada, mutlu olmak için beslediğimiz ahmakça umuttan bahsediyorum.  Bağımlısı olduğumuz kısa süreli mutluluklardan… Bizi sımsıkı yakalayan ve kısa bir süre sonra o içe sığmaz duygunun hiçbir zaman size ait olmadığını, bir tokat gibi yüzünüze çarpan o ahmak sarhoşluktan… 

Bundan dokuz yıl önce tanıştığım Schopenhauer, çok mutsuz olmamanın en güvenli aracının, çok mutlu olmayı talep etmemek olduğunu söylemişti. O yıllar, iyi bir üniversitede kaliteli(?) eğitim almanın ve paralelinde sahip olduğum çok paralı işin(?) bana mutluluk getireceğini düşündüğüm yıllardı. Tüm üzüntülerimi ve acılarımı “dünyaya oturmaya mı geldik” kıvamında lakayt insanların yanında eritmeye çalıştığım zamanlardan bahsediyorum. Zevk, mülkiyet, para, şeref gibi uçsuz bucaksız taleplerin ne büyük talihsizlik ve boş uğraş olduğunu kavrayamamış olduğum yıllardan…

Bugün etrafıma baktığımda tek gördüğüm, içi boş mutluluklar adına mütemadiyen kendini hırpalayan, mutsuz ve de tükenmiş insan yığını. Uğruna tutkuyla çabalanan çoğu muhteşem şeyin özden yoksun olduğunun farkına varamayan aptal kalabalık. Chamfort’un çok sevdiğim bir tanımı var. Der ki: “Cemiyetler, toplantılar, partiler, eğlenceler, sefil birer piyestir; konusu olmayan, biraz makinelerden, kostümlerden ve dekorasyonlardan destek alan kötü bir opera!”

Neden?

Neden bir insan, bu dünyadaki en gerçek duygu olan melankoliden, en cesur davranış olan yüzleşmekten kaçmak adına böyle saçma sapan oyunlar düzenler ki? Neden bir insan, kof bir boşluktan medet umarak ve dünyadan bir haber kalabalığın içinde, asimile olmak pahasına varoluşunu arar ki? Neden, bir insan hüzünden, acıdan, kendiyle baş başa kalmaktan bu kadar korkar? Bilgelik hiçbir zaman bu eğlencelere katılmaz… Bilgelik hakikati, insanı neşelendiren şeylerde değil, kederlendiren şeylerde arar. İnsan, kendini kederlendiren şeylerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu idrak ettiğinde (Bu çoğunlukla kendi kendimizle yüzleşecek cesareti bulabildiğimizde gerçekleşir.) gerçekten mutlu olur. Partiler, eğlenceler, yaşantısına çok özendiğimiz, sürekli gereksiz kahkahalarıyla ortamı neşelendiren kalabalığın yaptığı sadece kaçıştır, unutmaktır, bir anlık mutluluktur belki; ama asla çözüm değildir.

En büyük ahmaklık, insanın tüm ömrünü aklının erdiği yaştan itibaren, kalem kalem hesaplamasıyla başlar. (Sanki tüm bunları gerçekleştirecek kadar yaşayabileceklermiş gibi.) Sonra unuturlar… Zaman içinde değişeceklerini, dönüşeceklerini dikkate almadan plan yaparlar ve bingo! Başarsalar dahi mutlu olamazlar. Beklentiler, istekler insanı mutsuz eder. Çünkü sürekli değişirler ve tünelin sonunda tatmin yoktur. Sonra ne mi olur? Uzun çabalar ve tehlikeler pahasına kazanılan para, şöhret, unvan, aşk, her şeyin aslında başkaları uğruna yaptığımız fedakârlıklar olduğunu anlarız. Tatlar, renkler, kokular artık çok değişmiştir…

Dünyada pür mutluluk yok ki, durmadan saçma sapan yerlerde, saçma sapan çabalarla, hiç vazgeçmeden onu arıyorsunuz. En içler acısı olan o mutluluğun dünyanın nimetleri olduğunu düşünüyor oluşumuz. Gerçek mutluluk; az beklenti, sürekli öğrenmek, bugünü yaşamak, kendinle yüzleşmek ve kederin mutluluğu anlamlandıran gerçek duygu olduğunun farkında olarak, onunla başa çıkabilecek cesareti kendinde bulmaktır. Varoluşumuz sadece bugünde yatar…

Schopenhauer şöyle der: “Geçmiş bir hoşnutsuzluk ve gelecekteki bir kaygı yüzünden mevcut iyi bir anı elinin tersiyle itmek gayet budalacadır.”

Demem o ki; “Mutlu olmak istiyorsan çok fazla kitap okumamalısın” Peki, gerçekten mutlu olmak istiyorsan?  Okuyarak, farkında olmalısın…

Ömrü sosyal hayatta, tantana içinde geçirmek kadar ters bir yol yoktur. Her zaman söylerim, insan özünde yalnız bir varlıktır ve mutluluğu ancak kendi kendine yetebildiğinde, kendi ile yüzleşebildiğinde bulur. Gerçekten sevip saymadığınız halde, sizi kendileri gibi davranmaya, hatta kendi kendinizi çirkinleştirmeye kadar götüren insanlarla bir arada durmaya devam ettikçe, kendinizden ve kederinizden kaçtıkça aynada göreceğiniz tek şey maskeniz olur. Uyanın, farkına varın. Ne derdiniz varsa yüzleşin. Ne kadar saçma sapan şeylerin peşinde vakit harcadığınızı bir başkasından değil; ancak kendinizden duyduğunuz zaman anlayacaksınız…

Mutlu taklidi yapan bir avuç insanın eğlencesine koşarak gidip, çok eğlendiğini düşünen ahmaklardan olmayın. Sınırlı ve ölçülü olun. Bırakın insanlar arkanızdan kafayı yemiş desin.  Sınır ve ölçü genişlediği takdirde üzüntüye, kedere, mutluluğa da mutsuzluğa da daha çok yer açmış olacağınızı unutmayın.  Benim nezdimde sizin iletişimden yoksun dedikleriniz, büyük niteliğe sahip adamlardan başkası değil!

Hayatın süsünü değil, özünü görüp büzüşmemeniz dileklerimle...  

Hiç yorum yok: