“Mutlu olmak istiyorsan çok fazla kitap okumamalısın” ya da “Yaşadığın
hayatın giderek seni vasatlaştırmasına izin vermelisin.” Pek çoğunuz için
sadece öznesi ve yüklemi olan bu iki cümle, banim için ahmakça bir umut ve farkında
bir ıstırap arasında gidip gelen iki kırılma noktasını ifade ediyor. Zevk
sandığımız, bir anlıkta olsa bizi kendi kendimizle baş başa kalmaktan alıkoyan,
sayısız vaatle dolu bu dünyada, mutlu olmak için beslediğimiz ahmakça umuttan
bahsediyorum. Bağımlısı olduğumuz kısa
süreli mutluluklardan… Bizi sımsıkı yakalayan ve kısa bir süre sonra o içe
sığmaz duygunun hiçbir zaman size ait olmadığını, bir tokat gibi yüzünüze
çarpan o ahmak sarhoşluktan…
Bundan dokuz yıl önce tanıştığım Schopenhauer, çok mutsuz
olmamanın en güvenli aracının, çok mutlu olmayı talep etmemek olduğunu
söylemişti. O yıllar, iyi bir üniversitede kaliteli(?) eğitim almanın ve
paralelinde sahip olduğum çok paralı işin(?) bana mutluluk getireceğini
düşündüğüm yıllardı. Tüm üzüntülerimi ve acılarımı “dünyaya oturmaya mı geldik”
kıvamında lakayt insanların yanında eritmeye çalıştığım zamanlardan
bahsediyorum. Zevk, mülkiyet, para, şeref gibi uçsuz bucaksız taleplerin ne
büyük talihsizlik ve boş uğraş olduğunu kavrayamamış olduğum yıllardan…
Bugün etrafıma baktığımda tek gördüğüm, içi boş mutluluklar
adına mütemadiyen kendini hırpalayan, mutsuz ve de tükenmiş insan yığını. Uğruna
tutkuyla çabalanan çoğu muhteşem şeyin özden yoksun olduğunun farkına varamayan
aptal kalabalık. Chamfort’un çok sevdiğim bir tanımı var. Der ki: “Cemiyetler,
toplantılar, partiler, eğlenceler, sefil birer piyestir; konusu olmayan, biraz
makinelerden, kostümlerden ve dekorasyonlardan destek alan kötü bir opera!”
Neden?
Neden bir insan, bu dünyadaki en gerçek duygu olan
melankoliden, en cesur davranış olan yüzleşmekten kaçmak adına böyle saçma
sapan oyunlar düzenler ki? Neden bir insan, kof bir boşluktan medet umarak ve
dünyadan bir haber kalabalığın içinde, asimile olmak pahasına varoluşunu arar
ki? Neden, bir insan hüzünden, acıdan, kendiyle baş başa kalmaktan bu kadar
korkar? Bilgelik hiçbir zaman bu eğlencelere katılmaz… Bilgelik hakikati,
insanı neşelendiren şeylerde değil, kederlendiren şeylerde arar. İnsan, kendini
kederlendiren şeylerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu idrak ettiğinde (Bu
çoğunlukla kendi kendimizle yüzleşecek cesareti bulabildiğimizde gerçekleşir.) gerçekten
mutlu olur. Partiler, eğlenceler, yaşantısına çok özendiğimiz, sürekli gereksiz
kahkahalarıyla ortamı neşelendiren kalabalığın yaptığı sadece kaçıştır, unutmaktır,
bir anlık mutluluktur belki; ama asla çözüm değildir.
En büyük ahmaklık, insanın tüm ömrünü aklının erdiği yaştan
itibaren, kalem kalem hesaplamasıyla başlar. (Sanki tüm bunları
gerçekleştirecek kadar yaşayabileceklermiş gibi.) Sonra unuturlar… Zaman içinde
değişeceklerini, dönüşeceklerini dikkate almadan plan yaparlar ve bingo!
Başarsalar dahi mutlu olamazlar. Beklentiler, istekler insanı mutsuz eder.
Çünkü sürekli değişirler ve tünelin sonunda tatmin yoktur. Sonra ne mi olur? Uzun
çabalar ve tehlikeler pahasına kazanılan para, şöhret, unvan, aşk, her şeyin
aslında başkaları uğruna yaptığımız fedakârlıklar olduğunu anlarız. Tatlar,
renkler, kokular artık çok değişmiştir…
Dünyada pür mutluluk yok ki, durmadan saçma sapan yerlerde,
saçma sapan çabalarla, hiç vazgeçmeden onu arıyorsunuz. En içler acısı olan o
mutluluğun dünyanın nimetleri olduğunu düşünüyor oluşumuz. Gerçek mutluluk; az
beklenti, sürekli öğrenmek, bugünü yaşamak, kendinle yüzleşmek ve kederin
mutluluğu anlamlandıran gerçek duygu olduğunun farkında olarak, onunla başa
çıkabilecek cesareti kendinde bulmaktır. Varoluşumuz sadece bugünde yatar…
Schopenhauer şöyle der: “Geçmiş bir hoşnutsuzluk ve
gelecekteki bir kaygı yüzünden mevcut iyi bir anı elinin tersiyle itmek gayet
budalacadır.”
Demem o ki; “Mutlu olmak istiyorsan çok fazla kitap
okumamalısın” Peki, gerçekten mutlu olmak istiyorsan? Okuyarak, farkında olmalısın…
Ömrü sosyal hayatta, tantana içinde geçirmek kadar ters bir
yol yoktur. Her zaman söylerim, insan özünde yalnız bir varlıktır ve mutluluğu
ancak kendi kendine yetebildiğinde, kendi ile yüzleşebildiğinde bulur. Gerçekten
sevip saymadığınız halde, sizi kendileri gibi davranmaya, hatta kendi kendinizi
çirkinleştirmeye kadar götüren insanlarla bir arada durmaya devam ettikçe,
kendinizden ve kederinizden kaçtıkça aynada göreceğiniz tek şey maskeniz olur. Uyanın,
farkına varın. Ne derdiniz varsa yüzleşin. Ne kadar saçma sapan şeylerin
peşinde vakit harcadığınızı bir başkasından değil; ancak kendinizden duyduğunuz
zaman anlayacaksınız…
Mutlu taklidi yapan bir avuç insanın eğlencesine koşarak
gidip, çok eğlendiğini düşünen ahmaklardan olmayın. Sınırlı ve ölçülü olun.
Bırakın insanlar arkanızdan kafayı yemiş desin.
Sınır ve ölçü genişlediği takdirde üzüntüye, kedere, mutluluğa da
mutsuzluğa da daha çok yer açmış olacağınızı unutmayın. Benim nezdimde sizin iletişimden yoksun dedikleriniz,
büyük niteliğe sahip adamlardan başkası değil!
Hayatın süsünü değil, özünü görüp büzüşmemeniz dileklerimle...
Hayatın süsünü değil, özünü görüp büzüşmemeniz dileklerimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder