“Kafan atmasa yazacağın yok” diyenleriniz var, çok haklısınız… Zira bu sefer kafam attığından değil merak ettiğimden yazıyorum. Bugün küresel ölçekte tartışma konusu olabilecek bir soru ile karşınızdayım.
“Evrim ne zaman tersine döndü?”
Giderek büyüyen egolarımız; ivmenin artık sınıra dayandığı, negatif bir düşüşle
gerileyen zekâlarımıza ne zaman hükmetmeye başladı?” sorarım.
Dergilere giriş yazısı olabiliritesi itibarıyla sıklıkla
yazdığım cümleyi yineleyeceğim belki; ancak en çok bu yazıya yakışacağını
düşünüyorum. İnanılmaz hızlı yaşıyor, jet hızında tüketiyoruz. Evet, belki bazılarımıza
bu kadar hızlı yol almak, genç yaşlarda avantaj sağlıyor da olabilir. Buraya
kadar her şey “eee zaten biliyoruz” kıvamında. Benim asıl anlatmak istediğim bu
hızlı değişim hortumuna kapılıp zamanla hatalı yaşam formlarına mı dönüşüyoruz yoksa
bu rüzgârın kontrolünü ele geçirip, onu istediğimiz gibi yönetebiliyor muyuz?
Bana kalırsa içimizdeki insanlığı azaltarak, sesimizi
yükseltmeye çalışıyoruz ve batıyoruz. Kendimizi öylesine yüceltiyoruz ki,
cansız bir objeden bile öğrenebileceğimiz çok şey olduğunu hep göz ardı
ediyoruz. Bencilce kırıyor, döküyor, yağmalıyor, “en iyisini ben bilirim” modunu
ayağına taş bağlayıp denize bırakamıyoruz. Her şeyi çözdüğünü sanarak, içindeki
çocuktan olmuş zavallı birinin yedi yaşındaki canlıdan neler öğrenebileceğini
listelememe gerek var mı? Ancak biz kendimizden başka kimseyi ciddiye
alamıyoruz. Söylesenize daha ne kadar
dibe vurabiliriz ki?
Temel soru, bu durumda ne yapabiliriz?
Bize en gazlısından şöyle kallavi bir anarşizm gerek. Çığlık
atmak gerek okuyucu, böyle anıra anıra egoist kulakları sağır etmek gerek diyecek
oluyorum… Öfkem sağ olsun kalbim gibi sıvılaşan beynimi de katılaştırıyor ve
vazgeçiyorum. Niye mi? Çünkü giderek çoğalan bu insan mutantlarının içinde öyle
habis bir virüs kol geziyor ki, “bunlar her daim birbirlerini yemeye alışmış,
sen kime çığırıyorsun?” şeklinde cevaplanması zor bir soruyla karşılaşmak
istemiyorum.
Eee sonuç?
Yine ah’lı ve bol vah’lı geçmiş zamanlara döndük çok sevgili
okurum. Paralel evrende tüm bu yakınmaları mı duyacak bir kozmik kulak olmadıkça
ne desem boş.
Ya da hep beraber el ele tutuşup, yarattığımız sinerjinin bir
şinigaminin canını sıkmasını bekleyeceğiz. Böylece tüm bu ego çığırtkanlarını adalet
adına ölüme mahkûm edeceğiz...
Neyse Kasım ayının mel’un bir mesai saati insanda kafa
yapabiliyor.
Yine de ne yazım ne de o güzel kafalarınız eksik kalsın
istemem. Evrimsel süreç, bir kara delik arkadaşlar ve yavaş yavaş kapanıyor. Egolarınız
ve umursamaz tavırlarınız bu süreci bir hayli hızlandırıyor. Huzurlu ama mutsuz
yaşamlarınızdan olmamak adına ortama kamufle olan böceklere dönüşmeyin derim. Kara
delik kapanmadan evriminizi tamamlayın da derin bir oh çekelim.
Maruz kaldığı en dehşetli travma iki ay sonra tasarımını
beğenmediği dergiyi unutmak olan, yitirdiği en değerli şeyi oturduğu koltuk
olacak ve gayet ironikçe “Benden başka kimse hiçbir şeyi
sorgulayamaz. Benden iyi mi bileceksiniz” gibi kişisel gelişimimi tamamladım
edebiyatı döktüren, deneyim ve tecrübenin koynundan kalkmamış fahişe ayaklarına
yatan, günümüzün çok minnoş egosit zibidisi, bu soru en çok sana.
Her şeyin altından tek başına kalkamazsın? Bu hayatta karşına çıkacak herkesten çok şey öğrenebilirsin ve istersen bir bebek bile yaşamını anlamlandırmana yardım edebilir. Egolarını susturup, etrafı dinlemek ister misin? Hayat bu perspektiften sana çok korkunç görünüyor öyle değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder