Öncelikle kusuruma bakmayın, çok yorgunum şu sıralar… Bir
ülke olarak nitelendirdiğim ve huzuru koklayabildiğim bir yerde dört gün kadar
dinlenebildim. Eksiksiz olma güdülerimi dizginlediğim bu esnada beynimin
kıvrımları arasına hunharca sokuşturduğum pek çok yaşanmışlığı yeniden değerlendirebilme
fırsatı buldum. Beni takip edenlerin an itibariyle “heh! Başlıyoruz.” dedikleri
bu noktada, paralel evrenime yeni misafir olanlar için küçük bir hatırlatma
yapmakta fayda var. Beynimin kıvrımları arasından çıkan her detayda yine
evrenin hayal kırıklıkları, tüm insan oğlunun pişmanlığı ve mevcut canlı
türlerinin keşkekleri mevcut…
Aslında şu an konuşmaktan fazlasıyla sıkıldığım gibi yazma
eylemine de mesafeli olduğumu belirtmek isterim. Çünkü birine bir şeyi izah etmek
bu hayattaki en zor uğraşmış. Hele de konuştuklarımı ve yazdıklarımı kendince
kurgulayıp ana fikirden çok çok uzaklara yerleşecek olan insanlardan
ziyadesiyle bıktım. Dünyanın akışına ve kadere olan tavrım bu yüzden susmayı tercih
ediyor. Bu durumlarda müzik fevkalade mucizevî bir şey. Kaçınız Nils Frahm’ı
piyano başındayken dikkatle dinledi ve hatta izledi bilemiyorum? Ancak beni
sekizinci notanın kendisi olduğuna ikna ettiği kesin. Çaresiz ve önlenemez bir
uysallıkla kabul ettim bunu ve Nils Frahm’ın notaları hafife almadığı gibi
bizde birbirimizi bu kadar hafife almasaydık dünyam daha sesli bir yer olabilirdi
diye düşündüm. Mesela keyifli bir sohbetin ardından kafamız karışsa, azıcık
düşünsek, “hımm bunu mu demek istedi acaba?” desek, kelimelerimizi tartsak fena
mı olurdu? Anlayamadığın yerlerin üzerinden bir kere daha geçsek hele tadından
yenmezdi. Nils Frahm, piyano çalarken bedeni bu dünyada kalmış ama ruhu çok
uzaklardaymış hissi veriyor bana. Bizde birbirimizle konuşurken bedenlerimiz
burada kalsa, ruhlarımız paralel evrende buluşsa bu kadar çok kendi kendime
konuşmazdım. Öyle hissediyorum.
Macar besteci Rezro Seress’e Lazslo Javor adlı bir şairin
eşlik etmesi, notaları kelimelerin anlaması gibi… Ne demiş Javor, “Kederli
pazar… Saatlerim sayılı, içinde yaşadığım gölgeler sayısız… Küçük beyaz
çiçekler seni uyandıramayacaklar kapkara bir arabayla gideceğin yerde… Seni
geri göndermeyi hiç düşünmeyecek melekler, ben de sana katılsam kızarlar mı
dersin? Gölgeler içinde geçirdik bütün pazarları, ben ve yüreğim, sonra da
bitirmeye karar verdik… Arkamdan mumlar yakacaksınız, dualar edeceksiniz,
ağlamayın çünkü ben gittiğim yerde mutlu olacağım…” falan filan…
Ezcümle, birbirimizi
anlayamadığımızdan yakınarak sayfa sayfa dil dökmem nasıl da ironik öyle değil
mi? Ama severim ben mazoşizm kaplı güzelliği olan her uğraşı… Ray Charles, Lydia Lunch, Elvis
Costello, Sarah Brightman, Serge Gainsburg, Sarah Mclachlan, Billy Eckstine,
Paul Robeson, CarmenMcRae, Diamanda Galas, Björk ... Ve daha niceleri de pek
sevmiş yorumlamış bu güzel besteyi. Devir artık böyle güzelliklerin devri
değil, sende haklısın… Nereden bileceksin müzik gibi, iyi yazılmış bir kitap
gibi bu dünyada iyi kalabilmiş bir insanı iliklerine kadar hissetmeyi? Sıkıcı
şeyler bunlar…
İyice uzatıp tadınızı kaçırmak istemem. Hem dedim ya
yoruldum da zaten… Ama henüz vazgeçmiş değilim. Pazartesiler her zaman
değişimin ilk günüdür. Unutmayın. Bu yüzden pek severim Wolfgang
Amadeus Mozart’ın Sihirli Flüt adlı eserini. Dünyada bir mutluluk olmasa da bir
dersin bulunabileceği ön görülür ve akıl yoluyla umut etmek hayattan tatmin
olmanın ilk basamağını oluşturur bu eserde. Ve nihayet karakterlerden biri “öğrenmekten
başka mutluluk duymuyorum” der. Hayatı öğrenmekten ve kendinizi yeniden
tanımaktan keyif almanız dileğimle… Asla vazgeçmeyin… İyi başlangıçlar olsun
sevgili okur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder