Sayfalar

12 Eylül 2013 Perşembe

BEN GİDİYORUM!




Çocukken de böyleydim ben. Lafı dolandırmayı hiç sevmiyorum. Ancak son zamanlardaki halime hafif tertip içerliyorum. Artık laf bulamadığımın telaşından mıdır bilinmez, suskunluğum bir kırılsa dolambaçlı yollara da razı olacakmışım gibi hissediyorum. Lakin yok, konuşamıyorum… Derken, suskunluğun da ifadenin bir parçası olduğunu hatırlıyorum. Ama buna da içerliyorum… Kendimizi uzun uzadıya cümleler kurmaya zorladığımız o gürültülü anlarda nasıl anlatamıyorsak, bir bakışta bir gülüşte, sessizlikte hadi onu da geçtim iki kelimelik bir küfürde bile anlatamadığımız gerçeğini kabullenip karalar bağlıyorum. Hayır, anlatamıyor muyuz yoksa anlaşılamıyor muyuz? Aslında hiç merak etmiyorum. Lanet insan biyolojisi sağ olsun yaş geçtikçe daha net olmaya başlıyor insan. O eski suskunlukların, nazik karşılamaların defalarca işe yaramaz olduğunu tecrübe ettiğin anda tam bir gerçekçi olup çıkıveriyorsun. İşte o vakit insanların asabiyetinden korktuğu, bir şey söylemeye çekindiği, halk dilinde hayırsız ya da vefasız gibi sıfatlarla betimlenen bir insan haline geliveriyorsun. Çünkü kendin olmaya başladın mı ya haykırıyorsun ya da susuyorsun… Hulasası pek sevmiyor, sevilmiyorsun… Yine de ben bu halimi seviyorum. Bu yegane sessizliği yakaladığım anlarda rahat rahat düşünebiliyorum. Schopenhauer diyor ki: “İnsanın durumu mutluluğu açısından değerlendirmek istenirse, onu eğlendiren şeyleri değil, kederlendiren şeyleri sormak gerekir.” İşte bu sebepten yazının dördüncü satırında bahsettiğim gibi hayatımın büyük bir kısmında “içerliyor” on dördüncü satırında dile getirdiğim üzere de sıkça “düşünüyorum.” Galiba önemsiz şeylere karşı bu kadar duyarlı olmak için aradığım huzurlu ortamı bu suskunlukta fark ediyorum.

Eee okurun bu nokta da “Peki bari şimdi mutlu ve huzurlu musun?” diye sorası gelmez mi? Gelir…  Anwari Soheili’nin minnoş bir dizesiyle cevap vermek istiyorum:

Bir dünya malı mı yitirdin,
Üzülme buna, bu bir hiç.
Bir dünya malı mı kazandın,
Sevinme buna, bu bir hiç.
Geçer acıların, hazların,
Geç sen de dünyadan, bu bir hiç.

Kafanız karıştı değil mi? Ziyanı yok, benimkisi de pek kalabalık. Zaten bizde tam olarak bundan bahsetmiyor muyduk? Uzun uzadıya cümleler kurarak pek afili yazılar yazsam da, tıpkı sosyal hayatımda uyguladığım gibi mütemadiyen sussam da beni anlamak istediğiniz kadar anlayacaksınız. Öyle çok anlaşılmayı, çok mutlu olmayı falan talep edip, kendinizi yıpratmayın. Zira ben Platon’un yalancısıyım. “Hiçbir insanlık hali, üzerinde çok fazla kafa yormaya değmez.”

Ben gidiyorum… İyi geceler, sevgili okur.

Hiç yorum yok: