Sayfalar

17 Eylül 2010 Cuma

RUHUN MELODİSİ

Eski bir heyecanı hatırlatır gibiydi kulağına fısıldayan melodi… Kâğıdın beyazlığı kadar temiz, kurdelenin kırmızısı kadar ateşli… Sımsıcak ısıttı içini melodinin sonsuzluğuna gizlenmiş notalar… Yüreğine aktı nehirler… Tren rayları gibi uzayıp giden düşüncelerini sardı, ıslattı kupkuru bir mevsimin hasatsız bahçesini… Topu yan bahçeye kaçmış bir çocuk kadar ürkekti görmeyi unutmuş bir çift göz… Sımsıkı kapadı gözlerini, direndi uzak diyarların yorgun aydınlığına… Bir bayram neşesi vardı sol yanında, oturduğu yerden kalktı koşacaktı çocuklar gibi yemyeşil çayırlarda, ayakta duracak hali yoktu oysa… Daha da yaklaştı sese, şimdi notalar daha bir yakından çınlattı kulağını. Neydi bu? Zamanın durması akreple yelkovanın yerine çakılması gibiydi melodi, doğanın ilkbaharın gelişini kutlaması, güvercinlerin özgürlüğe kanat çırpması gibiydi şifa dolu ezgiler… Geriye baktı, bir ağaç gölgesi buldu, oturdu. Yazmalıydı! Aykırı, aykırı olduğu kadar başına buyruk, sakıncasız bir sürü satır, satır aralarına saklı notalar... Tüllere sarılı bir silahı sandıktan çıkarır gibi buz kesti on parmağının onu da… Kafasını kaldırdı, elleriyle havayı okşadı, ılık bir meltem sardı dört tarafını… Dinledi dinledi… Yumak gibi sarıp attı geçmişini, sıyrıldı kabuğundan… Hayat olmalıydı bu, yaşamak yazılmış masalları teker teker… Heyecan artık içini ısıtmayan bir Eylül güneşiydi, terledi oysa… Bileğinden tokasını çıkardı topladı omuzlarına dökülen saçlarını… Birkaç kâğıt kapıldı rüzgârın cazibesine, uçtu maviliğe… İçinden bir öykü yazmak geldi, bir yalnızlığı öteki ile buluşturmak satırlarında… Yazdı yazdı… Sürekli bir gülümseme yerleşti yüzüne, büyük bir ustalıkla kovdu tüm hüzünlerini… Ağaçlar çiçeklerinin kokularını hediye etti, kokladı, içine çekti şehvetli bir hale bürünen havayı… Yazmalıydı, hayallerinden uzaklaştı tekrar notaların peşine takıldı… Her şey bir kimliğe büründü, kalem içini döktü her bir kâğıt ayrı ayrı dinledi… Düşündü insan bazen çocuk olmalıydı tıpkı bugün gibi bir balon gördüğüne sevinmeliydi, bazen bir yetişkin değişik hayatları görebilmek için… Kocaman olmalıydı kimi zaman aşkı kucaklayabilmek için bazen kendi bazen herkesten bir parça ama en önemlisi hüzünlerden sonra mutlu olabilmeliydi tıpkı bugün gibi… Ne hoş bir histi duyduğunun ruhunda uyandırdığı, yazdıkça derinleşti… Aşkını söyledi usul usul akan suya, dalların arasından gülen rüzgâra, öten kuşa... Doğa kıskançlığın doruğundaydı… Kalemini usulca bıraktı, son kez okudu yazısını, notalar her yerdeydi, rüyaları kâbuslardan kurtulmuşçasına korkusuz kapadı gözlerini uzandı yeşile… Sahi neydi bu? Aşktı bu randevusuz gelen… Biliyordu artık bir öyküydü aşkı, hep yazılacak; ama sonu hiç gelmeyecek…

GÜZİN GÜZEY

'' Bir sesde aradığım ilhamın nurunu bana ulaştırdığı için TUGAY ÖZDEMİR'e çok teşekkürler ^^ Bu sesi sizde duyun ve yazıyı birde böyle okuyun ''



Hiç yorum yok: