Can sıkıntısının
koynundan kendimi çekip çıkarmak için bir şeyler ararken bu yazma isteği yavaş
yavaş, ayaklarını sürüye sürüye geldi kapımı çaldı. İlk başta ciddiye alamadım;
çünkü o sırada odamın mendebur, ifadesi solgun, bir hayli sıkıntılı duvarı ile koyu
bir tartışma içerisindeydim. En sonunda üzerinde kelimeleri dans ettirmekten
keyif alacağım bir konu açtı benim ‘’ilham’’ kod adlı yazma isteğim eh haliyle
aldım kalemi elime.
Konu şu; sizi gerçekten
anlayan, gizli bahçelerinizin kapısını ufacıkta olsa aralamadığınız halde adeta
içinizi okuyabilen birileriyle gülmek, ağlamak işte ne bileyim konuşmak, tartışmak
şöyle bir düşününce aslında çok enteresan bir durum. Karışık duygu istilası
altında birçok düşünce aynı anda nöronlarıma hücum ederken ben ciddi ciddi bunu
düşünüyorum. Aslında bir yerde herkesin benim gibi hissedip hissetmediğini
merak ediyorum.
Mesela; kendimden örnek
verecek olursam ben, çok değer verdiğim biriyle kurduğum iletişim esnasında en
ufak bir kelimeden ya da mimikten tonlarca anlam çıkarmaya çalışıyorum. Bir şey
söylemeden önce kafamda on defa sağlama yapıyorum. İstemsiz bir algılama
çabasına giriyorum ki kılı kırk yararak incelemek deyimini kullansam çok abes
kaçmaz. Bir diğer durumda şu ki; genelde insanların beni nasıl gördüklerine müdahale
etmem. Beni nasıl tanımışlarsa, nasıl tanımak istiyorlarsa buna karşılık verir,
bir yerde gerçek kimliğimi kendime saklarım. İşte tartışmanın ipleri burada
kopuyor. Nasıl oluyor da hiç fire vermediğimiz halde bazı insanlar bizim
manzaramıza ortak olabiliyor, baktığımız pencerenin yanına sormadan hop bir
sandalyede kendi çekiveriyor? Sanırım bu insanların kalbi çok özel bir program
çalıştırıyor ya da çok özel bir lens var gözlerinde zira aklıma daha tutarlı
bir şeyler gelmiyor.
Dünyanın sonuna
fırlatılıvermiş bu ruhlar ile temas halindeyken yüzüme su atılarak uyandırılmış
gibi oluyorum bu aşikâr; ama onlarla beraber vakit geçirdikten sonra
bıraktıkları o tadı damaktan bir türlü geçmeyen lezzetli yemek hissini ne ile
açıklamalı? Bilemiyorum... Bazen çok korkuyorum ve yengeçlerin kıyıya vuran dalgalardan
kaçması gibi kaçıyorum bu insanlardan; ama sonunda dayanamıyorum ve koşar adım
geri dönüyor, kocaman sarılıyorum o eşsiz dünyalarına.
Aslında içine dalmak
istediğim çok detay var lakin kısaca demem o ki; bu ayrıksılığım içinde
kendimle homojen bir damar bulduğum zaman bu ne kadar küçük olursa olsun
düpedüz sevinç duyuyorum. Çünkü onlar benim için neyse bende onlar için o kadar
olabiliyorum. Gerçekten böyle ruhlar benim kalbimde en tepede yuva
yapabiliyorlar ve algılayışları ile diğerlerinden çok başka bir haz veriyorlar.
Bu mıknatıs ile birbirine çekilmek gibi ve gerçekten çok nadir ve değerli.
Son olarak sevgili
okuyucu; artık 'anlaşılmamaya' çoktan alıştım da asla tam anlamıyla tanımak
istemediğim, tanısam arkama bakmadan kaçıp gideceğim bu gerzek karakteri ben
leb demeden çözümlemiş leblebi kelimesini oluşturabilmiş bu güzel insanların bu
özel yaradılışları bana hala çok enteresan geliyor. Öyle ki bir gün kapıyı çarpıp
gitseler "iyi ki" derim. "İyi ki onları hayatıma sokmuşum."
Yazıyı bitirirken; Gülten
Akın'ın enfes şiirindeki gibi, "durup ince şeyleri anlamaya vakit
ayırmaktan" dem vuruyorum sizin anlayacağınız. Durup ince mutsuzlukları anlamaya
vakit ayırmak kadar, durup ince mutlulukları anlamaya da vakit ayırmaktan
bahsediyorum. Eğer hayatınızda böyle mutluluklar varsa pencerenizi biraz
temizleyin, kahveyi iki kişilik pişirin diyorum. Arkadaşlıklar güzeldir… O
kadar!
Güzin GÜZEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder