Sayfalar

31 Aralık 2012 Pazartesi

İyi Seneler...





Yeni başlangıçlar için 10’dan geri saymayı bekleyen çok sevgili okuyucu, biliyorum bugün yarınızdan fazlası sigarayı bırakıyor, diyete başlıyor, bugüne nasıl girerse tüm yılın öyle geçeceğine inanıyor ve buna benzer uzun bir listeye sahibiz, çok güzel. Blog sahibesi olarak bu tarz bir listeye dâhil olamasa da benim de yeni yıl ile ilgili bazı kehanetlerim yok değil. Tabiî ki de ‘’ "Yeni yıldan ne bekliyorsun, ne istiyorsun?’’ sorusuna ‘’hiçbir şeyden’’ daha ilgi çekici bir cevabım var hatta cevaplarım var desem de yanlış olmaz.
1.      Aydın Doğan gazetede yazmam için bana teklif getirecek. Prensip sahibi ve katı kuralları olan bir insan olarak önce pek sıcak bakmayacağım. Sonra Aydın Bey’in dudaklarından dökülen maaş miktarını duyunca, o anki içe sığmama ile ‘’kabul, kabul!’’ diye haykıracağım ve başyazarlık kod adlı serüvene başlamış bulunacağım.
2.      Güzin Güzey hiç sakin durur mu? Bir çılgınlık yapacağım ve gazetede 0-5 arası zekâ gerektiren, kolay, sıkıcı ve gereksiz politik yazılar yerine siyaset dışı alanlarda kati suretle kalem oynatmamasına alışık olan Türk toplumunda infial uyandıracak analizler yapmaya başlayacağım.
3.      Recep Tayyip Erdoğan ulusa sesleniş konuşmasında başyazarlığı bırakmam için yalvaracak. Ülke kaosun eşiğinde, Akp karşımda güçsüz ‘’ yauu ülkeyi sana bırakalım yeter ki artık yazma’’ üst noktasına geleceğiz.
4.      Her egosu tavan yazar gibi bu beni kesmeyecek ve televizyona bulaşacağım.
5.      Yalnız pek aklıselim bir kişilik olmadığım için daha 4. Bölümde program birine sataşmam yüzünden yayından kaldırılacak. Derken,
6.      Beni bir güzel kapı dışarı eden kanal yüzünden karamsar, yalnız, karanlık iç dünyama geri döneceğim. Aslında bir izdivaç programı için teklif gelse de bu programın reytingi alt üst etmesi durumunun beni ne kadar derinden yaralayacağını öngörerek teklifi kati suretle kabul etmeyeceğim.
7.      Başıboş sokaklarda dolaşırken bir devrimci çocuk, 80’lerin o okuyan, cesur, parkalı yiğidi elime bir broşür verecek ve dakikasına komünizm savunucusu olduğum günlere geri döneceğim. Fakat Converse giymeye ve L'era fresca’dan gizli gizli dondurmaya yemeye de devam edeceğim.
8.      Solcu yiğidimin beni tehlikeye atmamak adına benden vazgeçmesi ve yurt dışına kaçıp gitmesi sonucunda da moral depolamak adına 415 kere Yüzüklerin efendisi, Star Wars ve Death Note seyredeceğim.
9.      Tabi birde tüm bunların dışında şu saatten sonra çevremi paranoyak olmadığıma inandırmaya çalışacağım.
Özetle; sayın okuyucu hepimiz biyolojik yapımız gereği sınırlı şeyler yapabilme kapasitesine sahip olduğumuzdan ve alışkanlıklar adeta bir eroin olduğundan yine ya başladığımız noktaya geleceğiz, ya da aynen devam edeceğiz. =) Hep söylüyorum; hayal kurmak, hedef koymak iyi hoş ama gerçeklikten vazgeçip bu yılda düş kırıklıklarını peşimizden sürüklemeyelim. Dedim ya, benim için sıradan bir gün sadece ailemle birlikte yemek yemenin tadını çıkaracağım, yeni bir yıla girmenin değil. Bol bol gülümseyin işte. Birde adettendir; iyi seneler. =) 

                                                                          Güzin Güzey

27 Aralık 2012 Perşembe

MIKNATIS




Can sıkıntısının koynundan kendimi çekip çıkarmak için bir şeyler ararken bu yazma isteği yavaş yavaş, ayaklarını sürüye sürüye geldi kapımı çaldı. İlk başta ciddiye alamadım; çünkü o sırada odamın mendebur, ifadesi solgun, bir hayli sıkıntılı duvarı ile koyu bir tartışma içerisindeydim. En sonunda üzerinde kelimeleri dans ettirmekten keyif alacağım bir konu açtı benim ‘’ilham’’ kod adlı yazma isteğim eh haliyle aldım kalemi elime.
Konu şu; sizi gerçekten anlayan, gizli bahçelerinizin kapısını ufacıkta olsa aralamadığınız halde adeta içinizi okuyabilen birileriyle gülmek, ağlamak işte ne bileyim konuşmak, tartışmak şöyle bir düşününce aslında çok enteresan bir durum. Karışık duygu istilası altında birçok düşünce aynı anda nöronlarıma hücum ederken ben ciddi ciddi bunu düşünüyorum. Aslında bir yerde herkesin benim gibi hissedip hissetmediğini merak ediyorum.
Mesela; kendimden örnek verecek olursam ben, çok değer verdiğim biriyle kurduğum iletişim esnasında en ufak bir kelimeden ya da mimikten tonlarca anlam çıkarmaya çalışıyorum. Bir şey söylemeden önce kafamda on defa sağlama yapıyorum. İstemsiz bir algılama çabasına giriyorum ki kılı kırk yararak incelemek deyimini kullansam çok abes kaçmaz. Bir diğer durumda şu ki; genelde insanların beni nasıl gördüklerine müdahale etmem. Beni nasıl tanımışlarsa, nasıl tanımak istiyorlarsa buna karşılık verir, bir yerde gerçek kimliğimi kendime saklarım. İşte tartışmanın ipleri burada kopuyor. Nasıl oluyor da hiç fire vermediğimiz halde bazı insanlar bizim manzaramıza ortak olabiliyor, baktığımız pencerenin yanına sormadan hop bir sandalyede kendi çekiveriyor? Sanırım bu insanların kalbi çok özel bir program çalıştırıyor ya da çok özel bir lens var gözlerinde zira aklıma daha tutarlı bir şeyler gelmiyor.
Dünyanın sonuna fırlatılıvermiş bu ruhlar ile temas halindeyken yüzüme su atılarak uyandırılmış gibi oluyorum bu aşikâr; ama onlarla beraber vakit geçirdikten sonra bıraktıkları o tadı damaktan bir türlü geçmeyen lezzetli yemek hissini ne ile açıklamalı? Bilemiyorum... Bazen çok korkuyorum ve yengeçlerin kıyıya vuran dalgalardan kaçması gibi kaçıyorum bu insanlardan; ama sonunda dayanamıyorum ve koşar adım geri dönüyor, kocaman sarılıyorum o eşsiz dünyalarına.
Aslında içine dalmak istediğim çok detay var lakin kısaca demem o ki; bu ayrıksılığım içinde kendimle homojen bir damar bulduğum zaman bu ne kadar küçük olursa olsun düpedüz sevinç duyuyorum. Çünkü onlar benim için neyse bende onlar için o kadar olabiliyorum. Gerçekten böyle ruhlar benim kalbimde en tepede yuva yapabiliyorlar ve algılayışları ile diğerlerinden çok başka bir haz veriyorlar. Bu mıknatıs ile birbirine çekilmek gibi ve gerçekten çok nadir ve değerli.
Son olarak sevgili okuyucu; artık 'anlaşılmamaya' çoktan alıştım da asla tam anlamıyla tanımak istemediğim, tanısam arkama bakmadan kaçıp gideceğim bu gerzek karakteri ben leb demeden çözümlemiş leblebi kelimesini oluşturabilmiş bu güzel insanların bu özel yaradılışları bana hala çok enteresan geliyor. Öyle ki bir gün kapıyı çarpıp gitseler "iyi ki" derim. "İyi ki onları hayatıma sokmuşum."
Yazıyı bitirirken; Gülten Akın'ın enfes şiirindeki gibi, "durup ince şeyleri anlamaya vakit ayırmaktan" dem vuruyorum sizin anlayacağınız. Durup ince mutsuzlukları anlamaya vakit ayırmak kadar, durup ince mutlulukları anlamaya da vakit ayırmaktan bahsediyorum. Eğer hayatınızda böyle mutluluklar varsa pencerenizi biraz temizleyin, kahveyi iki kişilik pişirin diyorum. Arkadaşlıklar güzeldir… O kadar! 
                            
                                                                                              Güzin GÜZEY