Sayfalar

16 Temmuz 2011 Cumartesi

ONİKİ


Zaman durmayı isteseydi eğer yenilirdi dakikalar saniyelere… Kapatırdı tüm perdelerini yelkovan  akrebe… Hissedemezdim o vakit hızla akıp giden zamanın rüzgarını  ensemde… Saklambaç oynar gibi saklamazdım kendimi bulduğum her deliğe belkide… Kaçmak güdüsü kamçılanırken akıp giden zamanla eş değer düşlerimde, koşmak yerine yürümeyi dener ve de dinlenirdim kendime açılan gizli bahçelerimde… Ne zamandır yorgun bacaklarım bu kovalamaca ne için ve nereye? Aslında benim savaşım zamanla değil içimde dondurduğum senli saatlerle…  Bu saatlerde saçlarım kadar siyah tüm gecelerde ve de görmez olur gözlerimde endişeli güneşi bekleyen tüm çiçeklerle… Bir kuyunun dibine hapis olmuş renkler çabalamak ne çare… Hasta bir adam gibi öksürür düşünceler zihnimde hızla akıp giden zaman sadece bir bahane… Zaman durmayı istemezdi elbette…  Yelkovanın hızına zaten yetişemezdi çoktan pes etmiş akrepte… İkiside aslında razı olsa da birbirine bağlı olan kadere, hiç bitmeyecek bir öykü seslenirdi kalemimden ve karışırdı peşimi bırakmayan rüzgar ile geceme…   Ve bir gün olur da zaman durmayı seçerse bende dönüp bakarsam  bu geceye o zaman görürdüm seni ne kadar çok kaybedip ne kadar çok bulduğumu aynı saatler hatta saniyeler içinde… Her hangi bir yerde her hangi bir saatin içinde biterdi saklambaç belkide ve kesişirdi akrep ile yelkovan aynı düzlemde…  Artık bitmeli bu kaçışlar ve yazılmamalı geceye öyküler dersen şayet ya bekle zamanın duracağı günü bu sonu gelmeyen kaç gece ya da çıkar saatin pillerini durdur saati tam da akrep ile yelkovan yeni bir güne başlangıcı müjdelediğinde… Açsın tüm perdelerini yelkovan akrebe saat tam on ikiyi gösterdiğinde…
                                                              GÜZİN GÜZEY

1 Temmuz 2011 Cuma

Sevgili özlemim;



 
Pencereden dışarıya bakıyorum; bu gösteri her ne kadar her gün yinelense de seyretmekten ve toprak kokan havayı ciğerlerime çekmekten kendimi alamıyorum… Zamanı durduran simsiyah bulutların ardında sonsuzluk var, ufuk çizgisini göremiyorum… Ufuksuz bir dünyaya hapsolmaktansa alacakaranlığın ilk ışıklarına doğru koşmak koşmak ve özlemimi orada kıstırmak istiyorum… Ruh halimin karmakarışık formüllerini, gözle görülür bir ayinle kanepemin aralarına sıkıştırıyorum ve her damladan kelimeler yaratıyorum gizli saklı… İçsel yolumda yürürken yakalanıyorum yağmura ve yağmurun o huzur veren sesine kaynatıyorum bugün orta şekerli kahvemi…  Zihnimin aydınlığı ile parlıyor şimşekler, olgun bir yaşın yüreğiyle açılıyor pencereler… Hiç ara vermeden düşünüyorum bu sıralar olması gerekeni, olmaması gerekeni, olanı ve olacağı derken başlıyor pervaza vuran damlalar gibi kırılmaya tüm düşünceler…
Gelişi güzel yere bıraktığım çantaların üzerinden atlayarak bilgisayarımı açıyorum… Aniden bastıran bu yaz yağmurlarında tüm gücümü toplayıp, dünyamın kapılarını sana doğru aralıyorum…  İçinde yorgun ruhuma ait titizlikle yerleştirilen anılarımı teker teker rüzgâra uçuruyorum ve bugün ellerimi senin özlemin ile zincirlendikleri yerden çözüyorum… Ellerim bağlı ve kapalıyken kapılarım, anılarımın mirasının altında ne kadar da ezildiğimi kara bulutlara anlatıyorum… Günün birinde geleceğimin geçmişe döneceğini bilerek yazmaya başlıyorum…
Pencereden dışarıya bakıyorum; zamanı durduran bembeyaz bir duvar var camın arkasında… Yağmurlarla yıkanan siyahını yolcu eden gittikçe şeffalaşan bu duvarın arkasındaki güneşi hayal ediyorum satırlarımda… İnancı ve umudu yineliyorum her paragrafın satır başlarında ve sanıyorum ki inanç yürüyüşü sırasında, bir aşka tanıklık etmek bin bir türlü akıl yürütmeden daha güçlü kılıyor beni… Ruhtan uzak olan biriyken ıslatıyor yağmurun beni tıpkı bu gece kuruyan toprağı yağmurun beslediği gibi besliyor kalbimi tüm söylenenler… Klostrofobik görevler silsilesi, yargının karanlık bulutları, kapalı ve donuk ufuklar sıyrılıyor gökyüzümden ve penceremden, teslim olmadan yakalanıyor bu döngüye tüm kırmızılar ve pembeler… Kabuk değiştiriyor solgun tüm renkler ve akıyor penceremden sert rüzgârlarla gelen çamura bürünmüş desenler… Tavan arasına saklanıyor uysal bir yaşlı teyze gibi sessiz özlemler…
Yağmur gittikçe hızlanıyor ve buram buram toprak kokusunda beden buluyor tüm çiçekler…  Milyonlarca damla arasında yine senle ben oluyor derdimi dinleyenler… Daha fazla özlüyorum yağdıkça seni, sebebi yağmurlar da değil  ellerimde kalan sonbahar kokulu şehirler… Gecenin sesleri anlatırken en görkemli masalını diliyorum ki yağmurla akıp gitsin önümdeki tüm engeller, dile gelmeyen yaz yağmurlarından bozma tüm sahte sevgiler…
Yeni yağmurlarda şemsiyesiz buluşmak ve seni tekrar hissetmek üzere hoşçakal sevgili özlemim... 
                                                      
                                                           Güzin GÜZEY