Sayfalar

30 Mayıs 2014 Cuma

SUSMAK



Konuşma metodu “susmak” olan insanlar için hayat; sırıkla yüksek atlama, 400 metre engelli koşu, hatta engellerle zorlaştırılmış bir sprint koşusu kıvamındadır. Öyle zor, öyle çaba ister bir dünyayı kavrama ve algılama şekli bu. Ne dediğini sadece kendin duyarsın, çok acı…

Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Sadece boş zamanlarımı insanların “gerçeklik” algılayışını sorgulayıp, öze varmaya çalışmakla geçiriyorum. Tuttuğum notlara baktığımda, nöral aygıtlarımızın kavrayışımız üzerindeki etkisini hatırlayarak hayal kırıklığına uğruyorum.  Nasıl oluyor da “kavramsallaştırmak” denilen bu güçlü çekime bir türlü karşı gelemiyoruz? Bilmek istiyorum.

Cevap aslında çok basit… Algılamaya önce kendimizden başlamamız gerektiğini hep unutuyoruz. Daha önceki yazılarımda insanın kendisinden kaçmasının, kederlerinden uzaklaşmak adına kalabalıkta kaybolmasının ne büyük bir talihsizlik olduğundan sıkça bahsetmiştim. Şimdi çoğunun “sessizlik” dediği benimse “kendi iç sesimizi dinleme” olarak adlandırdığım bu kavramın önemini bir kez daha anlıyorum. Çünkü özü görmek için sahip olduğumuz en kudretli şey kendi bedenimiz ve benliğimizken, bunun farkına varamıyoruz.

Doğrudan içerden, duygularımızdan gelen bir kavrayışın, kavramsallaştırmayı nasıl da yücelteceğinden bahsediyorum… Böylesine gerçek bir bilgiyi kendimizden başka kimden öğrenmeyi bekliyoruz ki?
İşte bu yüzden ne zaman “kendi içindeki şey” den yoksun bir insan görsem susmayı tercih ediyorum. Bu hatalı yaşam formlarının konuşmaları özden o kadar uzak ve rahatsız edici ki; kendisini tanımadan başkaları hakkında kategorize edici yorumlarda bulunmalarını komik ve rahatsız edici buluyorum.

İşte bu yüzden yazının en başında “Öyle zor, öyle çaba ister bir dünyayı kavrama ve algılama şekli bu” diyorum

Neden susuyorum? Notlarımdan bazılarını aktarmak istiyorum:

Geçmişte arkadaşlarımla buluşmak, sohbet etmek –konu ne olursa olsun- beni heyecanlandırırdı. Yeni bir şey öğrenmek, davranışları gözlemlemek için büyük bir fırsattı. Şimdi buluşmaların yüzde 80’ini susarak tamamlıyorum.  Çünkü iç sesimi dinlemeye başladığım andan itibaren artan farkındalığım şöyle diyor: “Sana arkadaşlıklarını sunmayacağını bildiğin halde dostluk dilendiğin kişilerin cimriliği seni üzer. İşte asıl o zaman kendini çok ama çok yalnız hissedersin Güzin.”  

Sessizlik ve içe dönüş için mükemmel bir neden!

Bir diğer not, kısa bir süre önce arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım biriyle sohbet ederken karalanmış:

Olgunluk, güçtür diyor. Önce anlamaya çalışıyorum. Ruhu çocuk kalmış ve büyümeyi reddeden birinin asla olgun olamayacağını ima ediyor.  Gücün gereksizliği karşısında olgunluğun erdemini düşündüğümde aklım biraz karışıyor ve aklıma iki pasaj geliyor.
"Olgunluk, kendine yeten bir yalnızlıktır..." diyen Cesare Pevase ve
"Ara sıra, "Elimde kalan 300 bin frangı bir yılda harcasam daha iyi etmiş olmaz mıyım?" diye düşünüyorum. Sonra ne olacak? Bana ne sağlayabilir bu? Yeni elbiseler mi? Kadınlar mı? Yolculuklar mı?
Hepsini gördüm; bunlar bitti artık, sağlayacakları sonuç çekmiyor beni… Bir yıl sonra, kendimi şimdiki kadar bomboş bulacağım; tek bir anım bile olmayacak, ölüm karşısında korkup duracağım."
diyen Jean Paul Sartre…
İşte o anda her şey en başa dönüyor ve yine “sessizlik” başrol oynuyor…  Sürekli istemek ve istediğini elde edene kadar çabalamak üzerine konumlanan güç ve bilgelik açlığı olarak adlandırdığım iki olguyu aynı kalıba sokan bu adam ne saçmalıyor!

İnsan başta hiç mutlu değildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır. Sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanımları yok olmuş bir şekilde gelir. Ondan sonra da mutluluk ya da mutsuzluk aynıdır, çünkü hayatı içinde bulunduğu her dakika yok olan andan fazlası değildir ve şimdi de sona ermektedir." Diyen Schopenhauer benim yerime ne de güzel cevap veriyor…

Yine çok kafa karıştırdım ve haklısınız uzun yazılar artık okunmuyor öyle değil mi?

Hülasası;

Bana sorarsanız kişinin kendi bedeni ve benliği dünyanın merkezi gibidir. Doğayı, doğanın var ettiklerini algılamak önce bu iç yolculuğu tamamlamakla başlar… Nadiren de olsa sessizliğinizi bozan insanlar karşınıza çıkar. Onlara sıkı sıkı sarılın. Onlar size yukarıdan -özden çok uzak bir yer- değil içeriden bakanlardır...  


Hayatı kavram kargaşası ve kategorize münakaşası içinde yaşayan empati yoksunları mı? Onların kısır ve aşağılayıcı sohbetlerine konuk olmaktansa hiç konuşmamak daha iyi. 

Enjoy the silence =)