Sayfalar

11 Temmuz 2014 Cuma

Zaman zaman



Zaman kavramından pek anlamam… Yine de “şimdi”yi zaman içinde yakalamanın ne kadar zor olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Çünkü “şimdi” ye yüklenen anlam;  bazen geleceğe duyulan kaygı, bazen de zihnimizin geçmişten uyandırdığı anıları kapsayan tuzaklarla dolu bir kavram gibi geliyor ve “şimdi” şu “an”da bir saniye duraksamadan, büyük bir hızla yanımızdan geçip gidiyor…  Buna mukabil, 24 kod adlı sıkıştırılmış saat diliminin belirsizliklerle dolu evreninde; plan yapıyor, anı yaşayamadığımız için hayıflanıyor, teee geçmişten getirdiklerimizle gelecek inşa etmeye çabalıyor oluşumuza şaşırıyorum. Hatta bazen bu kavram karmaşasını, “zaman her şeyin ilacıdır” ya da “zamana bırakalım” gibi cümlelere şuursuzca beslediğimizi düşünüyorum.  Fizik bile zaman hakkında aklına takılan tüm soruları algılayamamışken, biz insanoğlu nasıl bu kadar her şeyden emin yaşayabiliyoruz?

Mesela, bu kavramın şu an farkına varışımızı bir başlangıç kabul edersek, öncesini nasıl tanımlıyoruz? Ya da ironiye bakın ki cümle kurarken bile “şu an” dediğimiz başlangıcın hakikaten “ne zaman” olduğunu nasıl hesaplıyoruz?

Buraya kadar kafa karıştırdığımın farkındayım… Özetle “anı yaşama” kavramının soyutluğundan ve aslında “şimdi”nin sürekli kaybolan bir varlık olduğundan dem vuruyorum. Acaba yaşadığımız ana, içinde daha önce hiç bulunmadığımız bir gezegenin, çok kör bir noktasından bakıyor olabilir miyiz?

Açıklamama izin verin…
Bezen kendimi zamanın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum… Sanki sürekli ileriye giden bir yolun tam ortasında, geriye dönmem gerektiğini hatırlıyorum… İşin en ilginç yanı da, geri dönemediğim gibi olduğum yerde kalıp, bir iki saniye düşünemiyorum… Yani eksik bir şeyler olduğunu bildiğim halde, yeniden başlamam ya da yanıma geçmişte bıraktığım bir “an”ı almam gerektiğini çok iyi bildiğim halde yürümeye devam ediyorum…  Hakkında hiçbir fikre sahip olmadığım “zaman”a karşı gelemediğim gibi o “an”ı diğer tanımıyla “şimdi”yi bir türlü yakalayamıyorum…

Neden sadece dönüp öteki tarafa doğru yürüyemiyor ya da sadece olduğum yerde kalamıyorum?

Bilmiyorum… Zaman yerine değişim kavramını kullanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum… Yürüyorum ve bir şeyler kiminin algısına göre çok hızlı, kiminin algısına göre de çok yavaş biçim değiştiriyor… Manzaram değişiyor, karşılaştığım insanlar değişiyor, ben değişiyorum…
Kant, zamanın bilincin zorunlu bir deneyimi olduğunu, bu kategoriyi dünyanın üzerine bizim yerleştirdiğimizi söylüyor ve sanırım ona katılıyorum.  Zamanın varlığına inanmıyorum… Bir olguyu ona teslim edip beklemek ya da yarama ilaç getirmesi için ondan yardım dilenmek istemiyorum… Ben değişime inanıyorum, 24 kod adlı saat dilimini, iç deneyimlerime bölüyorum.  Geçmişin ya da geleceğin duyularımı dövemediği bir gezegenden, zamanın olmadığı yerden, paralel evrenimden tüm bunları görüyorum…

Belki de zaman haksızlık ediyorum… Geçmişim olacak bir geleceği sahiplenme sorumluluğundan kaçarak, “şimdi”yi inkar mı ediyorum?
Hülasası, zaman üzerine biraz daha düşünmek için “şimdi” demlediğim kahveyi içerken, geri dönemiyorsam ve durmaya da cesaret edemiyorsam, değişmenin vakti geldi diyorum…


Ya da sadece en az Kant kadar anlaşılmaz ve yalnız olduğum için yine saçmalıyorum…

Hiç yorum yok: