Sayfalar

7 Ekim 2013 Pazartesi

"Tanrı biliyor ya, çoğunlukla bir daha uyanmama arzusu, hatta ümidiyle yatağa giriyorum: ve sabahleyin gözümü açıp yine güneşi görünce neşem kaçıyor. ah keşke huysuz biri olabilsem, suçu havaya, üçüncü bir şahsa, başarısız bir girişime yükleyebilsem, o zaman keyifsizliğimin katlanılmaz sıkıntısı yarı yarıya azalırdı. vay halime, tüm suçun yalnızca kendimde olduğunu biliyorum - aslında suç demek doğru değil. kısaca, nasıl ki eskiden tüm mutlulukların kaynağı bendeyse, şimdi de tüm üzüntülerin kaynağı, içimde saklı."


Genç Werther’in Acıları - GOETHE

3 Ekim 2013 Perşembe

GÜZEL İNSANLAR


İnsanlıktan hala pay alamamış olanların bu kadar uzun yaşayabiliyor olması evrendeki en şaşırtıcı şey doğrusu. Onlarla aynı havayı soluyunca sanki bu insafsızlık size de bulaşacakmış gibi hissediyorsunuz ya bir de, durum gerçekten içler acısı… Sanırsın herifler klavye başında dünya kurtarıyor. O değil bulunduğum her ortamda çoğunluğun artık “insanlığı” hatırlamıyor olduğu gerçeği çığ gibi büyüyor. Büyük kayıp! Amma velakin hiç farkında değiliz. Hayır, “Taksi de şemsiye mi unutuyorsun arkadaşım” diye haykırası geliyor insanın. İnsanlığımızdan bahsediyoruz sevgili okur.

İyi niyet çok acayip bir yüktür, sahip olamayan bilemez. İşte, bu yüzden mütemadiyen kusura bakıyorsunuz. “Omuzların neden çökük?” gibi manasız sorular soruyorsunuz. Bir avuç insan adeta atom parçalıyoruz. Kolay iş mi sorarım? Hala Kafka ile dönüşmeye, Oğuz Atay ile öğrenmeye, Sabahattin Ali ile hüzünlenmeye çalışan bir avuç azınlık, insanlığa var gücümüzle sahip çıkmaya çalışıyoruz. Sonra ne mi oluyor? Allah’ın bir dangozu hayallerimizin üzerine tüm kötü niyetini püskürterek bizi devirmeye çalışıyor.

Değişmeyeceğim, inat değil mi var gücümle direneceğim. Zaten bizim kuşak direnmeyi çok iyi bilir. Hayat da bu gücü toplamam için beni destekliyorken hazır... Demek istediğim minik detaylar, büyük resim… Tam vazgeçmişken elinizden tutuyor, yorulduğunuzda arkanızdan pışpışlıyor. Bakın, Bursa’ya gitmem gerekti, iş için… Kurumsal İletişim’den daha önce mail aracılığıyla tanıştığım, sesini duyduğum; ama yüzünü göremediğim bir bayan ile tanıştım. Daha önce Van’da çalıştığını, depremden sonra Bursa’ya geldiğini söyledi. “Özlüyor musun?” dedim. “ Ben her sabah güneşli, açık mavi bir gökyüzüne uyanıyordum” dedi. Gerisini zaten dinlemedim… Gayet iyi anlaştık. Bizzat kendisi beni terminale bıraktı. Tekrar görüşmek dileğiyle vedalaştık. Sonra malum kürkçü dükkânına geri döndüm. Ama bu sefer oldukça şaşırdım. İnsanlığı en son bıraktığı yerde kokuşan canlının yukarıdan böcek olarak gördüğü bizlere sataşmak için çılgınca yollar keşfettiğine tanık oldum. Başarısız olduğunu kabul edemeyen insanların sonudur ne yapacağını bilememek, adeta çıldırmak… Ancak bu beklediğim bir tavırdı. Benim şaşırdığım birilerinin ezilenlere arka çıktığını, savunduğunu görmekti. Ondan sonra amiyane tavırla “Vay be! İnsanlık çırpınıyor olabilir, lakin henüz ölmemiş” dedim.  

Yaşadığım her yerde gözümün önünde tutuğum bir paragraf var. Paylaşayım, "Sabrederek rahatla şüphesiz bu bir ibadettir. Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır. Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar" der Elisabeth Kübler-Ross. Sanırım daha iyi anladınız. Güzel insanlar haline gelmek için yürüyenlere, güzel evlatlar yetiştirmeye çalışan temiz kalpli ebeveynlere saygımdan asla vazgeçmeyeceğim.

Açıkçası bu dünyada kendim dışında herhangi bir canlı olarak hayatımı idame ettirmek istemiyorum. Dışı insana benzeyen, içi kokuşmuş bir mutasyon örneği sergilemek istemiyorum. Belki politik olmak o kadar da doğru bir yol değildir ne dersiniz? Ben hala kendi olmayı başarabilen, dürüst insanların kazandığı bir evrenin var olabileceğini düşünüyorum.

Bir gün gelecek ve biri omuzlarında bir şey var diyecek ve çığ gibi büyüyeceğiz, inanıyorum. Çünkü birkaç densiz anlamıyor diye susmayı tercih eden çok fazla “insan” var. İnsan kelimesinin içini ustalıkla dolduran, bu dünyada yaşayan sevimli varlıklar… Onları tanıdıkça inancım daha da alevleniyor…

O zaman kendisine pek yakışan bir tabirle, ‘Gerçeklik Dilencisi’ lakabıyla anılan Oğuz Atay ile veda edelim. “Bu düzmece oyun sona ermeli. Kendi benliğimizi bulmalıyız. Yol verip yakarmaktan vazgeçmeliyiz. Rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız, gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişkisiz dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız. Sözümüzün eri olmalıyız: Kırılacak kafaları kırmalıyız. Bize acınmadığı için biz de acımamalıyız.” 

                                                                                      Güzin GÜZEY