Osman KONUKHalksız şehirler değil kriz, şehirsiz halklarçok halklar, çok şehirsizler, çok moral bozucuson günlerde çok kelimesini çok kullanıyorumher yıl yeni modelleri çıkıyor melankolininiçimden bir ses gelmiyor, hayır bazen geliyoriçimden bir ses, sesin dışarıdan geldiğini söylüyor-iki saray odası alana bir saray odası bedavao montu almam iyi oldu, çok iyi oldu, çok evetkırışıklıkların geçer, beni seviyorsundur, ama böyle çok ölürüznihanka kızılderili bir kızın adı değil, çok değilradikaller duygusal açıdan sağcı oluyorlar nerden aklıma geldiyseaşk, sivilcce, direniş, kitaplar ve çay ocağı işletmesi:-yanlışhormonlar, atkılar, kitap kokusu parfümü ve sütlü neskafe:-doğruböyle muhalif şeyler yazıyorum ve bana ödeme yapıyorlarçok değerli insanlar binalara doluyorlar, çok değerliher şeyden kolay etkileniyorum, belgeseller çok acıklıçarpıcı bir şey yazmak istiyorum, aklıma bir şey gelmiyorne zaman aklıma bir şey gelmese, içimden bir ses:start tabancasıyla intihar eden adamı düşünson günlerde çok kelimesini çok kullanıyorumışıklar açılmıştı, mikrofonlar, herkes çok şıkkahramanca evlerinden çıkıyorlar, vampirlerden korkmadankırmızı kravatlar takarak ve birbirlerine katılarakçok değerliler, çok konuşuyorlar, az ölüyorlariki ayak, kırk ayakkabı; az ayak, çok ayakkabıtek madonna kırık kürk, çok manto tek yalnızlıkçok saray, hiç prenses, prensessiz kadınlar ve kurallarızayıf kadın sahneye çıkmadan opera bitmez-şişman kadın işten kovuldu-son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorumhadi ben kalktım, saçınız güzel olmuş, çok evetkendi yeniden başlatmamı başlattım, bir şeye benzemediçok cehennem, üç saray, yedikule ve can yayınları berbat ciltlerbir hemşirenin adının cecile olması çok acıklı,başka bir arzunuz var mı dememeli garsonlarböyle şeylerden çok etkileniyorum, belgeseller çok acıklıhizmet sektörü, çok hizmetçi, az patron, çok zamirsizzamirsizlik kimsesizliktir, şahıslar çok zamir azkatil her zaman uşak, yazarlar çok kötü kalplimutfak kapısını açık unutmuşum, kumrular içeri girmişıslak ekmek koymayı unutunca balkona.
19 Eylül 2013 Perşembe
12 Eylül 2013 Perşembe
BEN GİDİYORUM!
Çocukken de böyleydim ben. Lafı dolandırmayı hiç sevmiyorum.
Ancak son zamanlardaki halime hafif tertip içerliyorum. Artık laf bulamadığımın
telaşından mıdır bilinmez, suskunluğum bir kırılsa dolambaçlı yollara da razı
olacakmışım gibi hissediyorum. Lakin yok, konuşamıyorum… Derken, suskunluğun da
ifadenin bir parçası olduğunu hatırlıyorum. Ama buna da içerliyorum… Kendimizi
uzun uzadıya cümleler kurmaya zorladığımız o gürültülü anlarda nasıl anlatamıyorsak,
bir bakışta bir gülüşte, sessizlikte hadi onu da geçtim iki kelimelik bir
küfürde bile anlatamadığımız gerçeğini kabullenip karalar bağlıyorum. Hayır,
anlatamıyor muyuz yoksa anlaşılamıyor muyuz? Aslında hiç merak etmiyorum. Lanet
insan biyolojisi sağ olsun yaş geçtikçe daha net olmaya başlıyor insan. O eski
suskunlukların, nazik karşılamaların defalarca işe yaramaz olduğunu tecrübe
ettiğin anda tam bir gerçekçi olup çıkıveriyorsun. İşte o vakit insanların
asabiyetinden korktuğu, bir şey söylemeye çekindiği, halk dilinde hayırsız ya
da vefasız gibi sıfatlarla betimlenen bir insan haline geliveriyorsun. Çünkü kendin
olmaya başladın mı ya haykırıyorsun ya da susuyorsun… Hulasası pek sevmiyor,
sevilmiyorsun… Yine de ben bu halimi seviyorum. Bu yegane sessizliği yakaladığım
anlarda rahat rahat düşünebiliyorum. Schopenhauer
diyor ki: “İnsanın durumu mutluluğu açısından değerlendirmek istenirse, onu
eğlendiren şeyleri değil, kederlendiren şeyleri sormak gerekir.” İşte bu
sebepten yazının dördüncü satırında bahsettiğim gibi hayatımın büyük bir
kısmında “içerliyor” on dördüncü satırında dile getirdiğim üzere de sıkça “düşünüyorum.”
Galiba önemsiz şeylere karşı bu kadar duyarlı olmak için aradığım huzurlu
ortamı bu suskunlukta fark ediyorum.
Eee okurun bu nokta da “Peki bari şimdi
mutlu ve huzurlu musun?” diye sorası gelmez mi? Gelir… Anwari Soheili’nin minnoş bir dizesiyle cevap
vermek istiyorum:
Bir dünya malı mı yitirdin,
Üzülme buna, bu bir hiç.
Bir dünya malı mı kazandın,
Sevinme buna, bu bir hiç.
Geçer acıların, hazların,
Geç sen de dünyadan, bu bir hiç.
Kafanız karıştı değil mi? Ziyanı yok, benimkisi de pek
kalabalık. Zaten bizde tam olarak bundan bahsetmiyor muyduk? Uzun uzadıya cümleler
kurarak pek afili yazılar yazsam da, tıpkı sosyal hayatımda uyguladığım gibi
mütemadiyen sussam da beni anlamak istediğiniz kadar anlayacaksınız. Öyle çok
anlaşılmayı, çok mutlu olmayı falan talep edip, kendinizi yıpratmayın. Zira ben
Platon’un yalancısıyım. “Hiçbir insanlık hali, üzerinde çok fazla kafa yormaya
değmez.”
Ben gidiyorum… İyi geceler, sevgili okur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)