Sayfalar

11 Ağustos 2013 Pazar

Kederli Pazar




Öncelikle kusuruma bakmayın, çok yorgunum şu sıralar… Bir ülke olarak nitelendirdiğim ve huzuru koklayabildiğim bir yerde dört gün kadar dinlenebildim. Eksiksiz olma güdülerimi dizginlediğim bu esnada beynimin kıvrımları arasına hunharca sokuşturduğum pek çok yaşanmışlığı yeniden değerlendirebilme fırsatı buldum. Beni takip edenlerin an itibariyle “heh! Başlıyoruz.” dedikleri bu noktada, paralel evrenime yeni misafir olanlar için küçük bir hatırlatma yapmakta fayda var. Beynimin kıvrımları arasından çıkan her detayda yine evrenin hayal kırıklıkları, tüm insan oğlunun pişmanlığı ve mevcut canlı türlerinin keşkekleri mevcut…

Aslında şu an konuşmaktan fazlasıyla sıkıldığım gibi yazma eylemine de mesafeli olduğumu belirtmek isterim. Çünkü birine bir şeyi izah etmek bu hayattaki en zor uğraşmış. Hele de konuştuklarımı ve yazdıklarımı kendince kurgulayıp ana fikirden çok çok uzaklara yerleşecek olan insanlardan ziyadesiyle bıktım. Dünyanın akışına ve kadere olan tavrım bu yüzden susmayı tercih ediyor. Bu durumlarda müzik fevkalade mucizevî bir şey. Kaçınız Nils Frahm’ı piyano başındayken dikkatle dinledi ve hatta izledi bilemiyorum? Ancak beni sekizinci notanın kendisi olduğuna ikna ettiği kesin. Çaresiz ve önlenemez bir uysallıkla kabul ettim bunu ve Nils Frahm’ın notaları hafife almadığı gibi bizde birbirimizi bu kadar hafife almasaydık dünyam daha sesli bir yer olabilirdi diye düşündüm. Mesela keyifli bir sohbetin ardından kafamız karışsa, azıcık düşünsek, “hımm bunu mu demek istedi acaba?” desek, kelimelerimizi tartsak fena mı olurdu? Anlayamadığın yerlerin üzerinden bir kere daha geçsek hele tadından yenmezdi. Nils Frahm, piyano çalarken bedeni bu dünyada kalmış ama ruhu çok uzaklardaymış hissi veriyor bana. Bizde birbirimizle konuşurken bedenlerimiz burada kalsa, ruhlarımız paralel evrende buluşsa bu kadar çok kendi kendime konuşmazdım. Öyle hissediyorum.

Macar besteci Rezro Seress’e Lazslo Javor adlı bir şairin eşlik etmesi, notaları kelimelerin anlaması gibi… Ne demiş Javor, “Kederli pazar… Saatlerim sayılı, içinde yaşadığım gölgeler sayısız… Küçük beyaz çiçekler seni uyandıramayacaklar kapkara bir arabayla gideceğin yerde… Seni geri göndermeyi hiç düşünmeyecek melekler, ben de sana katılsam kızarlar mı dersin? Gölgeler içinde geçirdik bütün pazarları, ben ve yüreğim, sonra da bitirmeye karar verdik… Arkamdan mumlar yakacaksınız, dualar edeceksiniz, ağlamayın çünkü ben gittiğim yerde mutlu olacağım…” falan filan…

Ezcümle, birbirimizi anlayamadığımızdan yakınarak sayfa sayfa dil dökmem nasıl da ironik öyle değil mi? Ama severim ben mazoşizm kaplı güzelliği olan her uğraşı…  Ray Charles, Lydia Lunch, Elvis Costello, Sarah Brightman, Serge Gainsburg, Sarah Mclachlan, Billy Eckstine, Paul Robeson, CarmenMcRae, Diamanda Galas, Björk ... Ve daha niceleri de pek sevmiş yorumlamış bu güzel besteyi. Devir artık böyle güzelliklerin devri değil, sende haklısın… Nereden bileceksin müzik gibi, iyi yazılmış bir kitap gibi bu dünyada iyi kalabilmiş bir insanı iliklerine kadar hissetmeyi? Sıkıcı şeyler bunlar…

İyice uzatıp tadınızı kaçırmak istemem. Hem dedim ya yoruldum da zaten… Ama henüz vazgeçmiş değilim. Pazartesiler her zaman değişimin ilk günüdür. Unutmayın. Bu yüzden pek severim Wolfgang Amadeus Mozart’ın Sihirli Flüt adlı eserini. Dünyada bir mutluluk olmasa da bir dersin bulunabileceği ön görülür ve akıl yoluyla umut etmek hayattan tatmin olmanın ilk basamağını oluşturur bu eserde. Ve nihayet karakterlerden biri “öğrenmekten başka mutluluk duymuyorum” der. Hayatı öğrenmekten ve kendinizi yeniden tanımaktan keyif almanız dileğimle… Asla vazgeçmeyin… İyi başlangıçlar olsun sevgili okur…