Sayfalar

19 Eylül 2012 Çarşamba

RUH



Ruh dediğimiz önemsiz mücadelelerin harman yeri. Kendini bile tanımlayamayan ucuz duyguların, hafif rüzgarla başka ruhlara kaçtığı çorak bir toprak. Korkak bir mücadele sergilediği. İpekten bir kumaş gibi elden kayabilir hayatların içinde gizlenmiş sürekli ağlayan bir çocuk. Mücadeleden yoksun, onu çekip çıkaracak bir el beklemek,  bir de adı var bu bekleyişin; umut.  Her kelime boşa atılmış bir adım.  Beklemek, umut, ruh;  soyut ve içi boş cümleler kurmaya yarar sadece. Ruh dediğimiz olsa olsa pek narin kış bitkisinin ömrü kadar ya da ne bileyim kapalı kutuya hapsedilmiş kelebeğin çırpınması kadar işe yarar bir mücadele, aptalca ve iz bırakmayacak baş kaldırı deliliği. Anlık mutlulukların peşinden merakla gidenin kehaneti, bozulmayan büyü bu savaşın sonu; acı. Beyazın siyaha direnmesi gibi lekeli, hüzünlü… Ruh dediğin işkencenin siluet bulmuş hali, sürekli acı veren. Öyle bir harman yeri ki her yüreği çapalayışında yüzeye çıkan saydam hüzün öbeği. Nasıl tanımlanabilir bunu gecelerce düşünürken var olan tanımlarında yolunu şaşırdığı bir gizem, ruh. Nasıl denizin köpük köpük ufuktan gelen kudretli dalgaları sütlü kahve kumları ıslatır ve koyulaştırırsa, bu kavram karmaşasının yarattığı öfkenin doğurduğu gözyaşları da öyle silip süpürür yüreğinin sakladığın değerlerini. Islanır ruhun, koyulaşır düşüncelerin zerre ifade edemezsin. Tam bir olmuştuk derken saniyeler içinde ayrılıverirsin. Ne gece ne de gündüz tanımlar ruhu. Dedim ya ruh dediğimiz anlamsı ve yazması çok zor, sonuçsuz bir mücadelenin harman yeri. Şöyle bir geriye çekilip baktığında dersin ki ruh dedikleri bu kadar büyük müymüş? Tanımlaması bu kadar zor, yaşaması derin bir hüzün mü bu giz? Daha öncede sormuştum bunu. Geç mi kaldım yoksa çok mu erken bilmiyorum. Tek bildiğim gözler ruhun penceresi derler ya, ruhumla konuşurken gözlerim çok acıyor…            
                                                                       GÜZİN GÜZEY