Etrafımdakiler sürekli ne kadar
mutlu olduklarından ancak asla huzuru bulamadıklarından bahseder ve şikâyet
ederlerdi. İyi de ne demekti ki mutlu olduğun halde huzurlu olamamak?
Sıradanlık gibi alışılagelmiş yaşantının verdiği o güvenli ve sonu belli lakin
oldukça sıkıcı ve katlanılması gereken akışı mı? Kocaman yığınlar arasında
detayları kaçırmak, bu yığınları her gün hayatımıza yeni birilerini dâhil
ederek taşınamaz hale getirmek mi? Mekânlar, zamanlar, temeller arzularımızın
ötesine geçtikçe daha da ağırlaşırdı üstelik… Etrafımdakiler akıllı insanlardı,
tipik entelektüeller esasen, tek fark hiç okumamaları daha doğrusu okuduklarını
anlayamamalarıydı... Yani demem o ki bu sıradanlık doğuştan gelen anlama ve
anlatabilme dürtüsünü gizlemek ya da mümkünse yok etmekti de acaba bundan mıydı
bu mutlu ama huzursuz tavır? Sanırım ben bu sıradanlığın haricinde bir yerlerdeyim;
çünkü mütemadiyen ve bilinçli bir şekilde duvarın sıradanlık kısmında yer almak
biraz bir sahnede oynuyormuşuz da ben seçimlerimi ve şartlarımı öğreneyim diye
izlemek zorunda bırakılıyormuşum gibi saçma. Yine de anlattıklarımın bu kadar
karışık olmasının sebebi akıl bulanması değil, gelişirken tam olarak
çözemediğim sırların şimdilerde de aynı gizlilikle sürüp gitmesi. Kısacası bu
içinde savrulduğum sıradanlık, sorduğum sorulara hiçbir zaman net bir yanıt
bulamamdan kaynaklı… Gelişim derken nihayetinde büyük bir kızım artık! Modern
dünyanın monotonluğu içinde, falanca konuda, filanca adreste ve ışık! , sahnenin
tam da merdivenlerinde… Yani yaşadığımın yaşamam gereken olup olmadığını bilemesem
de geride çok basamak bırakmış olarak buradayım. Üstelik başkalarının hisleri
ile daha da anlam kazanan yüklerimle beraber… Arkadaşlarım gerçekçiydi. Asla rengârenk
bileklikler ve örgülü saçlar ile sokaklara dökülmek barış getirmeyecekti… Ya da
duman altı bir kafede sıradanlığını sorgulayan kadının kırmızıya boyalı dudaklarından
dökülen mottolar dünya kurtarmayacaktı… Her çağ bir öncekinden daha sıradan
olacak ve açtığım savaşta unuttuklarımı geri dönüp toplayamayacaktım… Mutlu ama
huzursuz olmak işte tam olarak burada patlak verecekti… Hayatına yeni insanlar dâhil
olurken mutlu olmak ama geride bıraktıklarının, eksik olanların içini hep
huzursuz etmesi siz de anladınız mı? Bu fikre ne zaman kapıldım, neden
sorgulamak istedim bilmiyorum. Başlarda aradığımı bulamayacağımı, ağlayacağımı
ve dört duvar arasında ağlamaktan öleceğimi düşündüm. Sonraları elbette
ağlamadım hatta kendi başıma yemek yaptım, duş aldım; yani inkâr ettiğim
sıradanlığa kapılıp anlatacaklarımı toparladım… Bir de karar verdim; etrafımdakiler
zamansızlıktan yakınırken aynı zamanda tüketim işini hızlandırıyorlardı. Zamanı
umarsızca harcıyorlardı, hiç bitmeyecekmiş gibi… Şimdi her şeyin bu kadar
farkındayken hala mutlu muyum bilemiyorum. Parayı, aileyi, aşkı, cinselliği,
tüm duyguları bu kadar hızlı tüketirken ve sıradanlaştırırken hala mutlu ama huzursuz
muyuz emin olamıyorum. Şimdi de doğanın bize verdiği içgüdüleri tükettiğimizden
şikâyet ediyorlar. Bana kalırsa biz huzuru tüketiyoruz. Sadece en başında
hayatın o ilk anında mutlu olabiliyoruz ve yaşadığımız her dakikayı onu
harcayarak geçiriyoruz. Bu gece kendimle kalacağım. Portakallı kek yapacağım,
en sevdiğimden. Fırına verip pişmesini beklerken de yavaş yavaş mutfağa yayılan
kokusunu içime çekeceğim ve hiç unutmamaya çalışacağım. En azından bir hayat
boyunca anılarımı hep ıslak tutacağım… Bence bu hayat huzur için biraz acı çekmeye
değer… Afiyet olsun…
Güzin GÜZEY