Hayatta kendimi en rahat
hissettiğim yer şöför koltuğunun yanıdır. Araba kullanmışlığım var zira
manzaranın yol boyunca akıp gitmesi bana
daha dokunaklı geliyor. Senaristliğimde işte tam bu noktada kendini ele
veriyor. Geçmişte yaşadığım yolculuklar, yolculuk boyunca bana eşlik eden
sesler, verilen molalar, yaşadıklarım ve yaşamayı planladıklarım oluşturuyor
manzaramın ve filmimin ana konusunu…
Hareket halindeki bir arabanın kahramalarıda hareket halindedir, haliyle
statik olmuyor manzaramın taşıdığı ruhlar… Mavide umuda yüzen bir balık, yeşil de
kahkahalarını kovalayan bir çocuk ya da siyaha takılmış bir uçurtma belki can
çekişiyor… Çok uzaklar da beyazı arayan bir kuş çaresiz kanat çırpıyor ya da
bir genç kız pembe gözlükler ardından gerçekleri seyrediyor… İçinde bulunduğum
taşıt hızlandıkça daha da hızlanıyor hayaller, çabuk tükeniyor sevgilerle
beraber kelimeler… Gecenin kör
karanlığında her şey için çok geç olduğunu farketmeden önce bulunan kayıp
sözcükler ile kurulan sonsuz cümleler… Yolculuk bu ya zamanın nasıl geçtiğini
hiç anlamazsın şöför koltuğunun yanında… Gözler içerden bakar pencereden
yansıyanlara… Geçmiş geçmiş değildir, zamanın üç boyutu yol arkadaşın oluverir
,bilincimizdeki geçmiş şimdidir oysa… Geçmiş zamanda geçmiştir yolculuk esnasında
şimdiyi yaşarsın hatıraların tam ortasında…
Hayatta cevaplayamadığım en büyük sorulardan biridir belki de yolculuk
kaçmak mıdır yoksa yaklaşmak mı her defasında? Akıp giden manzara gibi sende
kaybolursun bu boş sorularda… Kahverengide açan bir çiçek ya da kırmızı ile
yaralanmış bir gül mesela... Ama bu gidiş yolculuğu anlayanların , sevenlerin
gözünde hiçbir zaman bir bitiş bir son değil aslında ve inanıyorum ki doğru
yanlış tüm yollar çıkmalı bu hayatta insanın karşısına…
Güzin Güzey