Sayfalar

30 Ekim 2011 Pazar

UYKU


 Geceydi ama koyu bir karanlık değildi. Gökyüzünde daha önce karşılaşmadığı bir aydınlık vardı, ay yeşilin üstünü aydınlatıyordu… Kendinden millerce uzaktaki bu ışığa baka kaldı, içi ürperdi. Adını koyamadığı bir boşluk oluşturdu bu his, kederinin oluklarını doldurdu gözünden damlayan birkaç yaş… Buraya, bu sonsuzluğa yabancıydı. Bu bölge onun bölgesiydi ama bu gece , gecenin ilerisi adım atmaya cesaret edemediği bir yandan da merak ettiği uzun bir yoldu sanki… Korkuyordu; çünkü gece görünmez olurdu tüm insanlar, üstelik görünmezi görmeye çalışmaktan oldukça yorgundu… Geceyle sis hem koruyucuydu hem de gözü açık… O halde neydi onu bu yola çeken saatlerce düşündü. Düşündükleri hem şaşırtıcı hem de sarhoş ediciydi ve insan bedeni buna asla hayır diyemezdi… Gökyüzünü aydınlatan o eşsiz güzelliğe tekrar baktı… Onu düşündü… Sıcak taze gülümsemesini düşünürken düşlerinden yayılan sıcaklık bedenini ısıttı… Manzarasına ortak ettiği tek adamı onu anlamadan anlayanı bir nefesle rüzgara bıraktı…. Özlemişti… Hayallerini zincirleyen, ruhuna ket vuran bu koyu karanlığından sıyrıldığında saklandığı yerden çıkmayı, özgürleşmeyi özümsedi gecenin ağırlaşan havasında… Gece uzun, gece soğuktu… Gök yüzü ışıklarını kapatmaya hazırlanıyor, ay yavaş yavaş uykuya çekiliyordu… Zaman geçmek bilmiyordu…Sıkılmıştı… O’nun gülümseyen gözlerini gözünün önüne getirmeye çabaladı tekrar… Ona tekrar kavuşacağı zamanı bir yolcu bekler gibi beklemeye başladı… Yorgunluktan hayal görüyordu artık… Işıl ışıl bir yıldızı onun gözleri sandı… Daha iyi görebilmek için camın buğusunu minik elleri ile temizledi… O an süzülen bir yıldıza kayıyordu sevdası… Sürüklendi bilinmezlere, cevapsız sorulara… Gitme hep yanımda ol demek istedi, içinden trenler geçti çok gürültülü ve çok hızlı uyandı düşlerinden uyandı ve bir daha hiç uyuyamadı…
                                                                             Güzin GÜZEY

27 Ekim 2011 Perşembe

Yorgun İnsanlar


Yoruldukları, fazlasıyla vicdanları ile savaştıkları için teslimiyeti kabul eden insanlar vardır. Kayıtsızlık hiç söndüremedikleri bir ışık gibi yanar durur baş uçlarında ve bu kayıtsızlıkta kırılan sevgi parçacıklarını sıkıştırmaya çalışırlar çatlak duvarları arasına…İçlerinde birikmiş bir tesadüf gibi önlerine fırlayan, kovamadıkları kovmaya çalışırken daha fazla yoruldukları aşk yansımaları oluşur duvarlarının gövdelerinde… Yalnızlıktır rutubet kokan, özlemek belki de geçmişi hafızalarının siyah beyaz karelerinde… Böyle hissettikleri zamanlarda mabedinden uçan kuşlarla coşkuya ulaşmak ister bazı insanlar ama onların derin kuyularının da karanlık bir göğü vardır, hatırlamak istemez ve her zaman unuturlar… Akıllarında kalan bu efsunu yüreklerindeki coşkuya karıştırır ve için için ağlarlar… Hiç görmedikleri kederli bir tebessümü pencere camına yansıyan gölgelerinden seyretmek mi yoksa ötelerden gelen seslerin tüy kokusu mu ağırlaştırır havayı bilemezler ya da bilmemezlikten gelirler nedenlerini sonuçlarının… Yaşadıkları ölümden sonraki hayatın bir provasıdır aslında… Uçurum gibi derin kuyular, kuyunun dibinden uçan hüzünlü kuşlar, cama vuran Eylül’e geç kalmış yağmurlar ve kadrajı sınırlı geçmişten bozma can yakan hatıraları ile hep sarhoşturlar… Kaçan huzurlarının hasır barınağı, içinden çıkamadıkları soruları ile dolup taşmış insanlar vardır… Bilinmezlik peşlerinden hiç ayrılmayan bir gölge gibi kovalar onları ve aslında bu insanlar hep gölgelerinin arkasına saklanırlar…Günleri birbirine düğüm ettiklerinden gölgelerinden de asla kurtulamazlar… Bu yorgunluk kendilerini anlatamamaktan mı bilinmez uzun süredir limana demir atmış gemiler kadar korkunç sessizlikleri vardır ve mutlu olsalarda asla huzura sahip değildir bu sessizlikler…  Yani demem o ki her gün kumbaralarında çok uzun yıllar evvel biriken eski hayatlarını harcayan insanlar vardır ve her gece daha çok hissederler kederi yüreklerinde… Uykusuzlukları; hayallerin peşinden dalan bir çift göz ve bulanıklaşan zihinlerini saran rüzgarlar, sondan başa doğru anlatılmaya başlamış masallarıdır kimi zaman ve öyle ki bu derin karanlıklar arasında hiç sevmedikleri suskunluklar  ve en acısı yaşadıkları kendilerine yabancı hayatlar, yaşayamadıkları geride ve çokça da içlerinde kalanlar…
                                                                                                    Güzin GÜZEY

9 Ekim 2011 Pazar

Ağlar...


Ağlar… diye söze başlamak niyetindeydim;fakat sizin olsun gözyaşları… Kim akıtabilir ki gözlerinden zamanın çok gerisinde kalan acıları,acımaları… Yürekleri kara bağlamış insanlar anlar mı buğulu bakışları… İçerisi buz tutmuş bir gövdeye damlar yanan kelimeler, için kabarır boğazına düğümlenir söylenenler derken gözlerin yaşarır… Buğulu bir camın ardından bakarsın tüm sağduyudan yoksun, acınası yüreklere, kederlerini sakladıkları kireçten maskelere… Dedim ya zamanın çok gerisinde kalmıştır acılar, güçsüz… Kaybetmişsindir rakamları… Hangi zamandayız şimdi ki kaç dilimden oluşur, bölünebilir mi aynı dilim paylaşılabilir mi ki gözlerinden bahsedeyim… Peki ya sen bakabilir misin şimdi gözlerime görebilir misin benim gördüklerimi; sessizliği, sonsuzluğu, yalnızlığı… Bu gece tuşuna bastığın halde çalışmayan aletler kadar sinir bozucu kavramsızlık ve bu kavramsızlığın içinde günden güne boğulmak… Ağlayamam artık… Tüm eşyalar, gökyüzü hatta pencere kolu bile can çekişirken toplayamam kendimi derin uykularda… Bu zaman daha büyük bir kaybolmuşluk… Etrafındaki tüm kötülüklerden, tüm yüreği kara bağlamışlardan seni anlamalarını beklemek kadar zor aslında duvarlara bile gözyaşlarımdan, senden, zamandan bahsetmek… Peki ya beklemek… Neyi, kimi, daha kaç zaman daha yaşlanacak anılar? Yakınlaştıkça uzaklaşacak insanlar senden… Niçin sadece ağlamadığın, kendini anlatmadığın, acındırmadığın için mi söylenecek çatallaşan diller…  Zaman kaybolmuş… Gözleri kaybolmuş gözlerimden… Güneş sadece dışarda var içerde durmayan yağmurlar, yabancılaşan aynalar, aynalara yabancı insanlar…
Sus artık! Kayboldun belirsizlikte, belki de boğdu gözyaşlarını içini ıslatan yağmurlar…
Başını hayalimde omzuna yaslıyorum ve kendimi celladıma teslim ediyorum…
Anlatmıyorum artık anlatamıyorum  sen de anlamaya çalışma!
Ben kayboluyorum bu şehrin basamaklarında, yapay kişiliklerin arasında … Beni bulmaya çalışma! 
                                                                                   Güzin Güzey