Sayfalar

25 Haziran 2011 Cumartesi

kırgızların AKADİL salatası

 
 yarım bardak pirinci haşlayın ve bol su ile durulayın. 
ton balığı (yağı süzülmüş), maydanoz, yeşilsoğan, salatalık ve domatesle harmanlayıp limon suyu ilave edin..
Afiyet olsun =)

19 Haziran 2011 Pazar

Koca bey, Minik ve Sensizlik...



Ağaçlar da korkuyorlar mıdır karanlıktan? Dalları soğuk ve yağmurlu iken acıyor mudur canları köklerinden? Alıp başını gitmek isteyebilir mi bir ağaç, kaçmak aydınlığa doğru koşmak? Tüm dallarını güneşe çevirmek, ısınmak en derininden… Ağaçlar için de bu kadar zor mu sararan yaprakları yeşile çevirmek ve her dalında bembeyaz çiçekler açarken duyabilirler mi acaba mutluluğun kokusunu? Toprakta özlüyor mudur bir damla yağmuru benim seni özlediğim gibi? Belki de üşüyordur elleri yalnızlıktan…
Benimde üşüyordu ellerim sensizlikten… O heybetiyle koskoca ağaç bile içten içe çürüyerek korkutuyordu zayıf bedenimi çaresizlikten… Sonra sessizlik derken işte yine o yalnız kedi ağlıyor şehrin ıslak kaldırımlarında… Bakışları benimki kadar hüzünlü, tıpkı yağmurun damla damla yağması gibi akıyordu gözlerinden… Öylesine yorgun görünüyordu ki acaba o da korkuyor muydu bir şeyleri kaybetmekten?
İçimde her şey çok farklı… Diğerlerine göre bu minik aç ama fikrini sorsan boş ver açlığı bana biraz sevgi lazım der ince sesinden… Oysa sende her şey yerli yerinde… Bana olan sevginde, sessizliğinde, yalnızlığında hep olağan seyrinde… Oysa ne kadar özlüyor seni sol yanım… Kedicik kadar biçare umutsuz yüreğim… Ağaçlar gibi güçlü durduğuma bakma içten içe eriyor tüm sözlerim… Hayat bir olukta tıkanmış devam etmiyor… Hala nasıl oluyor da anlamıyorsun, açlığı da soğuğu da sen hiç hissetmez misin?
Burada akşamları hep aynıdır… Pencerem, koca beyin içeri uzanan dalları, sevgi yoksulu bu minik bir de sensizlik… Aslında pek çok kişi bağırıp çağırıyor ama hiç konuşan yok… Kaldırımlar hep ıslak, gökyüzü karanlık, ellerim hep soğuk ve herkes çaresiz… Bu şehir de terk edilince üşür mü? Ya da kapanır mı boşluğu birileri taşınınca rutubetli anılarına? Belki de sıkılmıştır beni dinlemekten bu dev gövde, yorulmuştur kedicik yalnızlığımı paylaşmaktan…
İçimdeki çocuk mu bu susan? İçimde her gün ölen umutlarım mı beni içten içe yaşlandıran? Bu taşınma fikri de nerden çıktı? Senin olmadığın tüm şehirler acıtır mı canımı? Kırılganlığın, çıplaklığın sokaklarında şemsiyesiz yürümek ıslatır mı kuruyan dudaklarımı?
Burada sessizlik hep aynı… Havada uçuşan sözcüklerin hedefi değil artık cümleler, onlarda çembere kısılmış tıpkı kaçamayan bu koca bey gibi kök salmış hatıralar… Yalnızlıkla boğulmuş boğazlanmış düşünceler minik gibi can çekişiyor sensizlikte söylenenler… Söyleyecek şeyler azalırken çoğalan cümlelerim, hiçbir şey söylememek için dizginlediğim dilim, kendimi giderek daha da özlem dolu hissetmek için yağan yağmurlar…
Beni bu uzun süre boyunca güçlü tutan kaslarım değil, ruhumun senle bütünleşen gücü… Zihnimi tazeleyen hep seni düşünme eğilimi ve kalbimi çalıştıran sana olan bu özlemim… İçimde her şey çok farklı diğerlerine göre ben çok yalnızım ama fikrimi sorarsan boş ver yalnızlığı bana bir tek sen lazımsın! …  Ne yağan yağmurlar ne minik ne de bu koca bey ... İyi geceler ruhumun o sonsuz ve büyük gücü...
                                                                                        Güzin GÜZEY

17 Haziran 2011 Cuma

Bir Gün



Bir gün gelecek ve sen herkese inat elimi tutabileceksin… Biliyorum o gün kalabalığın içinden seçileceğiz sen ve ben… Parlayan kırmızı rengimiz ayıracak bizi diğerlerinden… Sımsıkı tutacaksın bileklerimden bir kere daha kaçmalara fırsat vermeden… Yalnızlık kaybolacak satırlarımdan, senin sesin, senin gözlerin olacak her gece karaladığım sayfalardan…
Bir gün gelecek özgür olacağım biliyorum… Dokunuşlara hapis olan ellerim yüzüne değecek, gözlerim gözlerinden kalbine bakabilecek… İçinde senin ve benim yaşadığım biz manzaralı bir dünyamız olacak sonsuza kadar özgürlüğü seyredebileceğimiz pembe bir de pencere… Sen betimlerken beni, içinde beni bulduğun nesneleri hayal kuracağız imkânsız gerçeklere doğru… Hiç uyanmak istemediğim bir rüya olacak gözlerimi kapadığımda gördüklerim…
Parmakların avucumun içinde gezecek bir gün… Küçücük ellerim kaybolacak senin güven veren avuçlarında,  derin hayat çizgilerim senin ellerinde anlam bulacak… Bizim dünyamızı dış dünyaya taşıyacağız beraber, saklı gizli ne varsa yok olacak bu şehrin sokaklarında…  Korkak bakışların dönerken beyaza bir gün gelecek ve sen sımsıkı sarılacaksın bana biliyorum…
 Bir gün gelecek ve ben iki fincan koyacağım masaya… İşte o gün ördüğüm tüm duvarlar yıkılacak çevremden ve tüm hüzünler kaybolacak çehremden… Seni sensizde yaşayabilen ruhum üşürken çaresizliğinde sımsıcak aşkın ısıtacak içimi bu benim aşk sarhoşluğum…

Bir gün gelecek… O gün gelecek biliyorum…  ve Bekliyorum…

                                                      GÜZİN GÜZEY

11 Haziran 2011 Cumartesi

Şarkı



Seni özlüyorum, bugünler de duyduğum en acı melodi bu… Önce biraz azalıyor sonra birden yükseliyor içimde özlem tınısı… Susmak bilmeyen bir özlem benimkisi, senin kanatlarının üzerinde bizim dünyamıza taşınıyorum dinlerken…  Tıkamak istesem de kulaklarımı alıp götürüyor rüzgâr beni ve sesini… Kaybolduğumu anlıyorum seninle konuşamadığım her zamanda… Sesin aydınlıkla eş anlamlı benim lugatımda… Ruhum özgürce dans ediyor böyle zamanlarda, gözyaşlarım tıkanmıyor göz pınarlarımda ya da coşkum kilitli kalmıyor bedenimin zindanlarında… Sustuğun zaman olmam gereken kişi olamıyorum, aklımı kaybediyorum… Karanlık…
Seni özlüyorum, bugünler de kaçmak istediğim tek yer senin kalbin… Önce koşuyorum sana doğru sonra adımlarım küçülmeye başlıyor sokaklarında… Bitmek bilmeyen bir çaresizlik benimkisi, şimdi her köşesinde eksiğim sokakları dar bu şehrin… Kaçmak istesem de sana doğru yürüyor ayaklarım… Kaybolduğumu anlıyorum senden uzak kaldığım her zamanda… Yokluğun gece ile eş anlamlı benim lugatımda… Ruhum kimliğini kaybediyor böyle zamanlarda, Kırmızı siyaha dönüyor, yıldızlar yok oluyor bulutlu yalnızlığımda… Seni görmediğim zaman her şey eksik kalıyor, tamamlayamıyorum… Çaresizlik…
Seni özlüyorum, bugünler de geldiğim hep aynı nokta… Önce özlemimi gizlemek istiyorum sonra kalemim haykırıyor satırlarımda…  Çocukluğumun o dramatik masalı karalanıyor sayfalarımda… Yazmak istemesem de sensiz çaresizliğimi, her kelime adın her cümle sen oluveriyor dudaklarımda… Yumuyorum gözlerimi ve hiç bitmediğini anlıyorum hayalimin sen manzarasında…  Sen pembe rüyalarımla eş anlamlısın benim lugatımda… Ruhumun dünyama açılan penceresine bir tek sen ortak olabiliyorsun böyle zamanlarda, gördüklerim anlam buluyor, söylediklerim sıradanlıktan kurtulup değer buluyor sen anlamlandırdığında…  Hissetmediğim her an geceler hakim oluyor dünyama, güneş doğsun istemiyorum hiç… Yalnızlık...
Özlemim kalbimde, kalbim sana yakın,  sen bende, bu özlem benim kadar senin de yüreğinde…  Kendimi arıyorum senin içinde…  Sen suskunsun tamam sus ama en azından dinlediğim bu şarkı hiç bitmese?
                                                                                           GÜZİN GÜZEY

7 Haziran 2011 Salı

Keskin basamak




Yaşanan her gün geride bırakmak zorunda olduklarımızı çoğaltıyor… Her gün yeni bir yol bulurken yürüyecek, geride birçok sapak bırakıyor insan...  Kaybetmek istemesek de bazı hatıraları geçmiş silinip gidiyor hafızalardan… Kiralık bir hayatı yaşamak gibi her gün başka bir karakter kiraladığını fark ediyorsun… En acısı da her şeyi geride bırakıyorsun da benliğin hiç bırakmıyor yakanı…
Yaşanan her gün bir basamak tırmanıyorsun aslında ya da kırık bir basamaktan diğerine atlayarak yükselmeye çalışıyorsun hayat merdiveninden… Tüm bunlar olup biterken birilerinin bileğinden çekiştirdiğini birilerininse olağanca gücüyle seni yukarı çektiğini fark ediyorsun… Unuttukların geride (!) affettiklerin önünde bu yolu yürümeye devam ediyorsun… En acısı da bu kadar şeyi görmezden gelebiliyorsun da onun sureti hiç bırakmıyor gözlerini…
Yaşanan her gün biriktirdiklerimizi taşımak zorunda bırakıyor bizi… Ayağımızın içine dolan kumlarla yürümek ağırlaştırıyor yerçekimini… Onun olduğu bir kalbi taşımak daha da çekiyor bizi sessiz boşluğa… Soruları taşımakta zorlanıyoruz arı kovanı gibi kafamızın uğuldayan sularında… Yeryüzüne bıraktığımız izler de ağırlaşıyor biz ağırlaştıkça…
Yaşanan her gün ne kadar çok koştuğunu fark ettiriyor insana… Yaşam süresi boyunca en az anımsadığı kişinin kendisi olduğunu hatırlatıyor her basamak… Başkaları için yaşamış olmaktan yorgun bir zihni ve bedeni taşımanın telaşı sarıyor etrafını… Yapmak isteyip de yapmadıkların, hayallerinin dış dünyanın engeli ile karşılaşması kadar korkunç kâbuslara dönüyor coşkulu maviler…
Yaşam her gün bizi yürümeye zorluyor… Hiçbir yerde uzun bir süre kalamıyoruz… Sahip olduğumuz hiçbir şeyin bize ait olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz… En acısı da yürümekten bu kadar sıkılmışken sizi durduracak hiçbir şeyin kalmadığını bilmek oluyor böyle zamanlar da… Ama öyle de anlar var ki hayatın en güzel anları bir anlamda…
Şimdi düşünüyorum da tüm bu sahteliklere rağmen gemiyi bırakmayan kaptan kadar cesur olmak için yürümeye devam ediyoruz aslında… Çok fazla dert yüklenip çok fazla dert bıraksak da arkamızda ellerimizi kaldırıp teslim olmak istemiyoruz hayata… En acısı da ne biliyor musunuz ona kavuşacağımızı bilerek hızlanıyoruz sapaklarda… Her gün onu görerek acı çeksek de, bırakamasak da bazı şeyleri geçmişte hayat bu başarı ancak inanç ile sabretmektir ne pes etmek ne de ters yöne gitmek… Ne mutlu hayatın ışığına ulaşana!
                                                                     
GÜZİN GÜZEY 

4 Haziran 2011 Cumartesi

Sana Söylüyorum...



Yürek sıkıldı koşmalardan koşuşturmalardan…  Bütün bu devrik cümlelerin içinde acaba kim haklı diye sorgulamaktan yoruldu ... Buldum derken kaybetmeler çürüttü kimliğimi… Hep korkarak kaçtım yalnızlığımdan oysa bu kabuğuna çekilmelerde izliyorum virgüllerin çoğalışını teker teker... Unutmaya çalışırken dokunuşunun ürkekliğini , alıştırmaya çalışırken kendimi dış dünyaya çarpıyorum şehrin gri kaldırımlarında gözyaşlarım…  Yüzümde korkularım gizli kalmış, bir kırmızı içimde simsiyaha dönüyor sahte sözlerinden cümleler yaratıyorum yazılarıma… Kimsenin duymadığı, görmediği, bilmediği bir duvarı yıkıyorum arkama bakmadan… Daha sert vuruyorum kelimelerimi sen umursamasanda yıkılıyor dünyama kurduğun kaleler… Bu kadar korkakken sen ben tek başıma savaşıyorum kalbin esir sensizliğiyle, sonra da noktayı koyuyorum hayatın tıkanan yerine… Bu hikaye de yıkılıyor duvarlarla birlikte… Akıtıyorum içimdeki seni kalemimden bu şehre , kazıyorum yalanlarla karaladığın sevgi sözcüklerini kalbimden… Sana dair her şey acıtıyor artık , engelliyor nefes almamı… Sen sadece sessizce durup izlerken bizi yok ediyorum bu şehrin gizli kalmış hatıralarında ikimizi… Umut diyorum… Işık diyorum… Düşler diyorum… Ben hayata sesleniyorum… Mutlu olmak için hayatın kabuğunu kıramayan sana söylüyorum…  Bazen acıyı sevmek gerek biliyorum… Ve de anlıyorum ki bir kahramanı kukla eden hüznün tınısı şimdi kulaklarımda… Ben kimseye görünmedim, kimseye senden kalan şiir dolu dudakları göstermedim… Ben sana yazılan tüm cümlelerde eksik kaldım, çizdiklerim yetersiz söylediklerim ifadeden yoksun kaldı gizli sapaklarımda… Şimdi kadehim sana çevrik yüzüm sitemkar… Yürek sıkıldı seni anlamaya çalışmalardan tüm anlamlandırmalardan… Koyu günlere savruk şimdi edebiyatım pembelerden kırmızılardan… Cümlelerimde yalnız ıslak kaldırımlardan…  Ve anladımki  olasılıkları düşük gerçeklere inanmalarımmış bizi aciz kılan… Vitrinden bir elbise çalarcasına ruhuma geçirdiğim sahte bedenim yorgunluğuma sebep olan… Sen susmayı tercih ettin… Bense kızgınlığımı bırakmayı satırlarımda… Yalnızlık diyorum… sessizlik diyorum… sensizlik diyorum… Ben hayata sesleniyorum… Ve kelimeleri ağzında dolandırıp kifayetsiz bırakan sana söylüyorum… Büyümek için mutlu olmak için acıyı sevmek gerekir diyorum ve ellerimi kalemimden , senden çekiyorum… Benim gibi acılarınla baş edebilmeni diliyorum…
                                       GÜZİN GÜZEY