Sayfalar

16 Nisan 2011 Cumartesi

Kestirme Yol


Güneşin ışığı altında başlayıp yıldızları olmayan bir gecenin karanlığında devam eden bir gezinti bugün edebiyatım… Meraklarımdan doğan anlamlandıramadığım ya da anlamlandırmak istemediğim kelimelerimle karalanmış sayfalarla ölüyor düşüncelerim… Bazen bir fare labirenti kadar karmakarışık oluyor söylediklerim; fakat kim cevaplayabilir ki dilime vuranlar sadece benim körelmiş düşüncelerim… Farklı olmak ya da hissetmek özgür kimliğim… Yalnızlığım ise bu özgürlükle taçlandırılmış hiçliğim… Daha mı erken vazgeçmeliydim bu hisler içimde dallanıp budaklanmadan… O zaman kaçmış olmaz mıydım ümitsiz kimliğimden? Ben aynı yöne koşanlardan değilim bunu bilerek seçtim yolumu… Korkup kaçsaydım dönmüş olmaz mıydım tutturduğum bu yoldan? Hiçliğim aslında her şeyim… Yalnız olmasam özgür olamazdı hislerim… Belki daha fazla sevecenlik senin ilk bakışta aradığın… Benim ise sellerin önüne set vurmuş kaçışlar ilk bakışta yakaladığım… Bu bakışlarda aradığım anlamlar kelimelerim… Anlamını yitiren her kelimeyi keşfetmek için tüm kaçışlarım…



Bilindik yollarda kalabalık başlayıp kestirme yoldan tek başıma devam ettiğim bir gezinti bugün edebiyatım… Sitem sandığın sözcüklerim nicedir prangalı düşüncelerim… Bazen derinimde kilitli kalan unutulmuş bir söz bazen bir koku geride bıraktığım ama çoğu zaman gürültülü bir keman bütün çığlıklarım… Çok mu hızlı gittim bu kestirmeden? Adımlarımı kısaltırsam düşüncelerimin de boyu küçülür gibi geliyor sık sık… Sadece hızlı koştuğum için mi herkes geride merak ediyorum… Aslında bu yarış benim kendimle yarışım… Her gün bir vazgeçiş bana ait şeylerden ama yerini yenisi neden dolduruyor anlamıyorum? Anlasam bunu yazsam bu anlamlar beni nereye götürecek? Çünkü ulaşmak istediğim yer yakın değil sonsuzlukta açacağım tüm kapılar… Oraya ulaştığımda doğru kapıyı seçeceğimi bilmesem de yürüyorum inancın alevi, ölüm korkusu, unutulma ve anlamsızlık gibi bitmek bilmez bir yakıtla besleniyor cesaretim…


Derin sulara dalıp dalıp çıkıyorum, karanlık ormanlardan geçiyor, yeni yüzlere bir merhaba bir hoşça kal diyorum… Yaşayan doğayı zihnimde resmediyorum her sabah ve her akşam… Yolunu kaybeden düşüncelerime bir anlam arıyor kelimelerim… Zayıflıklarını ahlak kisvesi altına saklayanlar mı yoksa inançsızlığına Tanrı arayanlar mı ya da belki de bilgiden korkup öğrendikleri çaresizliğe kendini kaptıranlar mı benim düşlerimi alanlar hepsinden tek tek hesap sormak istiyor bugün edebiyatım… Onlar farklı anlamlar yükledikleri için bulanıklaşıyor anılarım… Kime dost demeliyim ya da kime sevgili imgeler dünyasında yaşıyor benim duygularım… Aynada gördüğüm ben değilim düzenin kılıfına bürünen bir korkak bedenim…


Bazı şeyleri anlatmak için çıktığım yolda kendimi bile anlayamıyorken anlaşılamamakla kahroluyor bugün edebiyatım… Pencerenin arkasından görünenler gerçek değil… Yalnızlık ve özgürlük dışında bir hiçliğe inanıyor tek hakikatim olan şeffaf ruhum… Ümit etmemekle başlıyor hayatı anlamlandırmak bu yola çıktığımdan beri… Sabahın güneşine kanmıyor duygularım yine geceyi getiriyor her sabah mantığım benim en dayanıklı ayakkabılarım… Bu yolda kaybolmaktan değil, geride bıraktıklarımı bir daha görememekten de değil gittiğim yerde kendimi bulamamaktan korkuyorum ama yine de kendimi ararken kaybolmak istiyorum… Doğru olduğu şeyi gördüğü halde yapmayan bir korkak olmaktan kaçıyorum… Peki, siz dostlar? Hala anlamının karşılığı olmayan kelimelerle kendinizi nasıl anlatmayı düşünüyorsunuz? “Gerçekten de hayatın anlamı olmasaydı ve ben anlamsızı seçmek zorunda kalsaydım, bence de en seçilesi anlamsızlık bu olmaz mıydı? ”  

GÜZİN GÜZEY


NOT: Tırnak içinde yazılı olan son cümle Nietzsche'ye aittir .

12 Nisan 2011 Salı

Dönemem Artık...













Dönersem bir gün...
Dört mevsimin ortasında ve sokaklarda
Bir rüzgarın delice estiğini hissedersin
Kapat kapılarını!

Bana rastlarsan eski yerde
Soğuk bir selamla geçersin
Sana bir yol sorarsa bu yabancı
Sakın gösterme özlem yolunu
O senden daha iyi bilir de dönemez artık

Dönersem bir gün yitirlmiş bu hayata
Tanımaksızın gülersin bana
Bir yabancı gibi tüm bu yıllardan sonra...

Beyaz saçlarda umutlar gerçekleşebilir
İhtiyarlar maziyi anmaksızın yaşayabilir
Seni sevmiş olmakla da mutlu olunabilir
İşte o zaman gülebilirim geleceğe

Geçte olsa terkedilmez artık yaşamın sonu
Dönmek olsa da
Dönemem artık...
                                                                                       25.02.1975
                                                                                       Nagihan GÜZEY

11 Nisan 2011 Pazartesi

YOLCU


Yazgısı yol üzerinde yazılmış ruhu işte ilk kez bu benzerlik ile karşılaştı… İki yolunu arayan günü geldiği için birbiriyle selamlaştı… Sırtında gecenin karası, güneşi ile hesaplaştı… İçinde bir yangın, yeri göğü ateş aldı… Aydınlanan çehresi gözyaşlarını parlattı…  Gözyaşlarındaki yalnızlık ile söze başladı… Korkuları ile yüzleşmekten ürktüğü için aşka lanet saldı… O ki yüreği ne acılar kaldırdı…  Hıçkırıkları en derininde yankılandı… Yollar uzadıkça keder saçlarını beyazlattı… Beklemenin adı yolculuğunda umuda karıştı… Rotasız yoluna bir yelken daha açtı… Rüzgârlar insanı alabora eder derlerdi de inanmazdı… Yenilgiler cesaretine cesaret kattı… Direği kırılınca direnmeyi anladı… O günden sonra her fırtınadan kaçtı… Yazgısı yol üzerinde yazılmış ruhu bir gün kusursuz güzelliğiyle karşılaştı… Hırpalanan bedeninin ardından heyecanlanan ruhunu gözlerinden özgür bıraktı… Gözlerindeki sevinç ile gülmeye başladı… Papatyalar yağmur ile kuşlar güneş ile vedalaştı… O ki yüreği ne sevgilerle dolup taştı… Sakinliğin pembesini ilk kez onun sözlerinde yakaladı… Konuşmaktan sıkıldığı için dinlemeyi erdem sandı… Anlarken anlaşılamayınca dilini kafesinden saldı… Anlattıkça geceyi mum misali içeriden aydınlattı… Kırıldı kolu kanadı kendini aşkın kollarına bıraktı… Cahildir kaderi ne yazdığını bilmeden karaladı… Kaçmaya çalışsa da bu benzerlik onu can evinden avladı… Samimiyetinden ah edip maviye yalvardı… Gönülden gönüle açılan pencereden dünyasını seyre daldı… Öğretirken öğrenmekten keyif aldı… Aşk sofrasına bağdaş kurmuş içkisinden kadeh kadeh nefes çaldı… Bütün yorgunluğunu arkasında bıraktı derken fırtınaların en büyüğü ile karşılaştı… Korkup geriye bakmadan yolundan şaştı… Yaşadıklarını ipinden kopan tespih misali sağa sola saçtı… Bir kaçıştır ki iki yolunu arayan da hayatın ritmine karıştı… Ruhlar bir olsa da bedenler uzaklaştı… Yolcu bilemedi ki bir kez girildi mi yüreğe mümkün değil ordan çıkılmazdı… İki yolunu arayan günü geldiği için birbirinden uzaklaştı lakin bu iki benzerlik illaki yine karşılaşacaktı…  Kendini bulmaktan korktuğu yolunda ruhunun kıyılarına vurduğunu anladığında hislerinden saklandı… Saatler küçük adımlarla uzaklaştı… Her bekleyiş ruhunu tepeden tırnağa yıprattı… Yine sırtında gecenin karası şimdilik aşkı zamana bıraktı…

                                                                                                                                     Güzin GÜZEY

8 Nisan 2011 Cuma

Başlıksız...


Beş günlük bir bekleyiş… Gece… Endişe… İlk göz ağrısını beklemenin heyecanı… Ve kavuşma… Güzel gözlü minik kızım… Sophie ile tanışmam böyle başlamıştı… Hüzün dolu bakışlarının ardında gizlenmiş korkusu parmaklıkların arkasından mutluluğuma karışan heyecanıma merhaba demiş ve ilk kez zıt iki duygu birbirini selamlamıştı… Ona alışabilme tedirginliğinden çok onun bu eve alışabilme çabasına yardım etmek için açılan pencereden biraz şaşkın biraz ürkek sıcak yuvasına ilk adımını attı… Etrafına bakındı… Bakışları masum bir çocuğunki kadar ürkekti… Yeşile açılan sonsuzluktu… İlk başlarda ona dokunamadım… Ben ondan o da bana yaklaşmaktan korktu… Aslında korkusu hayattandı çünkü hayatı bir çöplükte tanımıştı… Yaşama savaşı daha doğarken başlamış onu zayıf düşürmüştü… Nerede bir boşluk, nerede kaçıp saklanabileceği bir ara varsa önce oraları keşfetti… Bazen yatağın altında bazen kanepenin arkasına, bazen de masa altlarına saklandı… Bu bana ruhumun gizli bahçelerine saklanışlarımı anımsattı… Onu ilk kucağıma aldığımda o saklandığı yerlerden bense sığındığım gizli bahçemden dünyaya ilk adımımızı attık… En sonunda konuşmaya kendi hikâyesini anlatmaya başladı… Gerçek bir dost gibi bağlandım ona... Rutin bir hayatı oldu sonra… Sabahları erkenden kalkar gününü planlardı… Geceleri oyun oynamayı severdi… Önceleri geceleri uyuyor olmama kızsa da sonradan geceleri kendisine ayırmayı çok sevdi… Sosyal bir kediydi eve gelenleri hiç yadırgamadı… Oyun dünyasına onları da dâhil edip yeni arkadaşlarının tadını çıkardı… Hareket eden her şeye bayılırdı… Ses çıkaran gazoz kapakları en sevdiği oyuncaklarıydı… Bazen şımarıklık yapmak ister kapanan kapıların ardından ağlardı… İstediği olmayınca sinirlenir oradan oraya koşturarak beni korkuturdu, ama bir kere başını ve çenesini okşayınca hemen sakinleşir, size olan kızgınlığını unuturdu… Hiç kin tutmazdı… Yanında olmanızın verdiği huzurla hemen uykuya dalardı…  Pencereleri de severdi… Dışarısı, dışarının hareketli ve değişen karmaşası hoşuna giderdi… Bazen beni izlerken bulurdum onu… Hep yanında olmamı beklerdi…  Sakinleştiği zamanlarda onunla konuşmak çok hoşuma giderdi… Birbirimizi tanımaya anlamaya vakit ayırdığımız zamanlar onun uyumadan önceki birkaç dakikasıydı… Önce ben onun mırıltılarındaki gizli hikâyeyi dinlerdim sonra da o benim masalımı… Bazen bakışlarındaki hüzün beni korkuturdu… Sanki kalan kısacık zamanının farkında gibi yaşardı hayatı… Her şeyin tadını doyasıya çıkartmak için çabalardı… Sarıldı mı kocaman sarılması bundandı… Bir sabah her odayı tek tek dolandı, oldukça huzursuzdu… Herkese tek tek yaklaştı bir şeyler anlatır gibi mırıldadı… Sonra da ortadan kayboldu… Seslendim sonra sesler yükseldi SOPHİE! Ama o sessizdi… Anahtar sallamayı denedim sessizliğini hiç bozmadı… Kan damarlarımda korkunç bir hızla yayıldı kalp ritimlerim dışarıdan duyulabilirdi ama Sophie her şeye tepkisizdi çünkü evde değildi… Tüm kapıları dolaşmaya karar verdik… Zilini çaldığımız ilk kapıdan dışarı yayıldı soğuk hava… Buz gibi oldu ellerim, tüm düşüncelerim… Gayri ihtiyari dizlerimin üzerine çöktüm Sophie düşmüştü seyretmeyi sevdiği sonsuzluğa bırakmıştı kendini… Onu barınakta gördüğümde kalbimden gelen acı gözlerime düştü, gözyaşlarım yüzümü yaktı… Güzel gözleri simsiyahtı, göremiyordu ama sesimizi duydu, ayağa kalkmaya çalıştı… Zorla başını kaldırıp bakmaya çalıştı… İyice küçülmüş yüzünde aynı tanıdık ifade vardı… Her şeye rağmen yaşıyordu ve az da olsa bir umut vardı… Kuyruğunu hafifçe oynatıp içgüdüsel bir cevap verdi… Onu kliniğe götürmeye karar verdiğimizde onu orda bırakıp ayrılmak çok zor geldi… Bütün gücüyle mırıldadı… Bu onun veda mırıldamasıydı… Hayatımın en büyük kırılma noktalarından biriydi… Umut ve çaresizlik arasında takılı bir yerlerde ruhum can çekişiyordu…  Tıpkı bir zamanlar kaybettiğim değerler gibi küçücük adımlarla uzaklaştı saatler benden… Her şeye hazırdım… Her koşulda ona bakmaya razıydım… Ama yokluğuna dayanamazdım… Çok sürmedi birkaç saat sonra küçücük bedeni yaşadığı büyük acıya direnemedi… Sophie hayatını kaybetti…Hayatı kuyruğu kadar uzun olamadı... O çok bilge bir kediydi… Bu yüzden adı Sophie oldu… Kısacık hayatını bilerek arkasında dopdolu anılar bıraktı… O benim ilkimdi, ona her sırt çevirişimde yine beni affedebilen en iyi arkadaşımdı… O çok güçlü bir kediydi… İlk doğduğundan ölene kadar hayata var gücüyle direndi…  Elimden ona aktardığım sevgi ile bana veda etti… İyi ki hayatıma girdin Sophie … Hayatın sana sunduklarına rağmen sevgimi kabul ettiğin bana güvendiğin için ve karşılıksız dostluğu bana yaşattığın için sana minnettarım… Seni çok özlüyorum minik kızım…  Şimdi hayatı irdeleyip insanın zaman zaman ne kadar büyük acılarla karşılaştığını seni düşünürken anımsıyorum… Zamanlı zamansız acıların insanı nasıl alabora ettiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum… Hayatıma çok şey kattığını düşünerek rahatlıyorum… Yokluğuna katlanmak çok zor bunu kimsenin anlayamadığını biliyorum… Bu sevginin bir adı yok bu yüzden bu yazının adını başlıksız koyuyorum… Ve gittiğin yerde mutlu olmanı diliyorum güzel yüzlü minik kızım…