Sayfalar

27 Şubat 2011 Pazar

RUH UÇUŞU

İnançları olmayan bir soyutlanmışlıktı onunki… Zaten hiç bir şey inandırıcı görünmemişti baktığı pencereden… Yürürken adım attığına, konuşurken sesinin çıktığına, bakarken görebildiğine hiçbir şeye inanmıyordu… Karanlık onun için aydınlık, hüzün mutluluk veren bir sarhoşluktu derin maviliğinde… Aşkın rengi ne zaman kırmızıydı ki ona göre aşk yeşile dokunmaktı, sonsuz orman derinliğinde bir yeşil; güneşe dokunmaktı çıplak elle turuncu bir sıcaklık… Hem aşk diye bir şeyde yoktu ki zaten… Manevi bir boşluktu hissettiği… Bu yüzden yürürken aslında hiç adım atmıyor, konuşmuyor, görmüyor kısacası hissetmiyordu; hiçbir zaman duymamıştı hayatın karmaşık tınısını… Onun için özgürlüktü yalnızlığı… Sevginin doruklarına ulaşmak ya da derin bir nefretle içine kapanıştı… Ne fark eder ki ikisi de ruhuna işleyen sancılarıydı… O doğarken inançsızlık kodlanmıştı genlerine… İçinde bir yerlerde ta derinlerinde hissediyordu kavramsızlığı… Hayat onun için soluksuzca çıkış aradığı bir labirent ya da yaşamının doğal seyrinde olmasına rağmen doğasına zıt olan düşünceleriydi yaşadıkları… Gerçekten böyle düşünerek özgür müydü yoksa tutsak mı onu bile bilemiyordu… Saatlere de inanmıyordu… Yelkovan her zaman önde akrepte hep onun gerisindeydi… Onun için bu olup bitene inanmak akrebin yelkovanı geçebilmesiydi beklide… Bir başkaldırıydı zamanın kusursuz düzenine… İnançları yoktu onun hayır hiç bir şeye inanmıyordu… Aynada baktığı bir ruh mu yoksa maddi bir beden miydi bilmek istiyordu… Böylece yüksekten nokta kadar küçük gördüğü ama yaşamında kapladıkları yerin oldukça büyük olduğu bu insanları tanıyabilecekti… Ona göre insanlar maskelerin altına gizlenmiş kuklalardı… Hep birileri onları ve duygularını kontrol ediyordu ya o aslında duyguların olduğuna da inanmıyordu… Gülenler gerçekten gülmüyordu, gözden akan bazen mutluluk bazen hüzün olabiliyordu, kahkahalar kalpten değil dudaktan geliyordu, sözcükler düşündüklerimizden değil alıştıklarımızdan seçiliyordu… Bugün yine etraflıca düşündü sevdiklerini… Tüm konuşmalarını erteledi… Ona göre susmakta tartışmaktı… Tam dökülmek üzereyken cümleler dilinden, dinlemeyi tercih etti gökyüzünün derin maviliğini… Kulakları sesleri duymaktan da yoksundu… Artık hangi kelimeyi duysa hepsi birbirinden kırık, yarım cümleler hep devrikti… Ona göre hiç bir şey gerçekliği yansıtmıyordu… Bugüne kadar hep yalanlara inanmıştı… Şimdi hiçbir şeye güvenmiyordu… Sahte dostlar arasında dostluk, varlık içinde yokluk, her tünelde bir ışık, her kaçışta bir umut, her aşkta bir sondu inançsızlığı… Fark ediyordu ki aslında inanmak itilip kakılmışlığın ağırlığı altında sevilip sevmenin hafifliği arasında bir uçurumdu ve inançsızlık onun en büyük yalnızlığıydı, yalnızlık ise hiç paylaşamadığı suskunluğu…

26 Şubat 2011 Cumartesi

Sevgilinin Sureti

Deli bir isyandır başlar Mir’atına yansıyan gözleri nemli…  Annesinin küçük kızı değilmiş dercesine haykırır anılarının halet-i ruhiyesi… Görünür hüznünün yanaklarına yük olan rutubeti…  Bu lekeler tuvaline vurulan hırçın fırça darbeleri…  Her nokta anlatır yüzüne vuran yağmurları… Dökülür acının semasına bir aleyhdar misali düşünceleri… Yalanın ortasında kalmış çıplak sessizliği… Derinden sarsılır halının altında saklanan döşemeleri… Vicdanı yürür olur ıslak tahtalarda… Hayalleri bir mellah yüreğinin fırtınalı okyanuslarında… Oysa heyecanı vardı bir zamanlar gözlerinin, hayatına gizlice açılan bir penceresi bakışlarının… Yok yere harcamıştı afaretten uzak cazibesini… Sessizleşmişti gülüşleri, kaybolmuştu ışığı şen kahkahalarının… Şimdi masasında bir mey meyinde bir acı şarkı yıkanır olmuştu günahları… Aşk dolu kadehi… Kanında sarmaşıklaşırken acılarının dizginlenemeyen geri dönüşleri... Çok uzun bir savaşın ağır kayıplar veren vicdan şövalyeleri sahip olduğu hem-demleri… Silinip giderken hafızasından gelir hayatının son saatleri… Tanıyamaz artık kendini… Aynalar oluverir en büyük cellâdı… Bir türlü kıyıdan uzaklaşamaz, boşa çekilen bir kürek çırpınışları… İşte o an deli bir isyandır başlar Mir’atına yansıyan gözleri nemli… Sabahın alacasında kaybolur göz çukurlarını dolduran gölgesi… Ruhu yenilir yaşlı bedenine… Arz-ı endam eder serzenişleri… Görünür hüznün gözlerinden dudaklarına akan gülüşleri… Bir dua olarak nefes alır sevgilinin aynada kendisine yaklaşan silik sureti… Bir değil bir ömür geçse de ağlar bedelini yokluğu ile ödediği bad-ı tecelli… Fısıldar kulağına aşkın son sözleri… Sen her şeye rağmen yine de sev beni…